Human & Travel Stories
SARAYBURNU SAHİLİ’NDE
BİR YAZ RÜYASI
-small.jpg)
Yazı & Fotoğraflar - Aposto İstanbul Haziran 2021 bülteninde yer almıştır.
İstanbul’da kıyıya paralel her semt içinde biraz ahestelik barındırır. Fakat Sarayburnu, bunların en iddialısıdır. Zamana aldırış etmeyen ve yaşamak için hiçbir acelesi olmayanlar, özellikle de yaz aylarında kıyı şeridinin yolunu tutar. Sarayburnu’nun denize inen geniş kayalıkları düşsel bir yaz vaat eder. Bir tarafına Krippel’ın İstanbul’da yapmış olduğu ilk Atatürk heykelini, arkasına tarihi yarımadayı almış, Bizans surları boyunca uzanan bu yol her açıdan seyir zevki yaşatır insana.
Gün doğumunda, hala gece serinliğinin şehri terk etmediği saatlerde Sarayburnu’na doğru yol alırım. Bir müzeye, çok sevdiğim bir resmi yeniden görmek için gidecekmişim gibi mutlu bir telaş büyür içimde. Sarayburnu sahilinin kendiliğinden şiirleştiği sabah saatlerinde, geniş ağlarla başa çıkmaya çalışan balıkçıların gemilerini, daha uzaklarda; kâğıt gemileri andıran narin gövdeli kayıkları ve oltalarını sırtlarına takıp kayalıklarda yer tutmaya gelen heyecanlı insanları izlemeyi severim. Bir de zarif Ahırkapı Feneri’ni. Denize yaklaştıkça yüzüme çarpan iyot, yosun ve motor yağı kokusuyla başka alemlere giderim. Hemingway’in Santiago’sunun, Sait Faik’in Barba Vasilis’inin suretleri, denizin insan elinden çıkma dev kayalarla buluştuğu o çizgide canlanır. Hava durumuna göre, bulutlara kafa tutmuş karşı yakanın gökdelenleri, ya Abdülmecid’in Sis tablosundaki gibi; Sarayburnu’na belli belirsiz bir fon oluşturur ya da cam gibi berrak görünümleriyle manzaranın güzelliğine biraz gölge düşürür. Ufukta göze çarpan karlı zirvenin Uludağ olup olmadığı kafamı kurcalar. Kennedy Caddesi’nde henüz araba yoğunluğu artmadığından, duyulan sadece İstanbul’un sesidir. Martı ve pata pata ilerleyen balıkçı teknelerinin motor sesleri.
Öğleden sonra güneşin etkisi iyice artınca balıkçılar buradan yavaşça ayrılır. Çaylarının yeni demlendiğini yüksek sesle duyuran ve başlarına koydukları tepside soğuk sandviç satan satıcılar, civardaki semtlerden gelip boş buldukları balıkçı barınaklarına yerleşen aileler, adeta kavruk tenlerini yarıştıran huysuz ama tatlı ihtiyarlar Sarayburnu kayalıklarına gelmeye başlar. Bazısı, güneşin en iyi şekilde bronzlaştıracağı bir noktayı eliyle koymuş gibi bulur; yüzünü sakınmadan güneşe döner. Kimi kuytu ve gölgeleri tercih eder şekerleme yapmak için. Bazıları da taşımaya üşenmeden getirdikleri şemsiye, tüp, tava, çaydanlık, içi tıka basa dolu bir çanta, hasır gibi malzemeleriyle en geniş köşeyi birkaç dakika içinde adeta yuvaya çevirir. Hatta bazı ehlikeyifler yanlarında radyo getirerek, akşamüstü saatlerinde biraz efkâr dağıtacak şarkıların çaldığı radyo kanallarını açıp, anason kokulu sahnelerin bir kahramanı olur. Uzun saatler hiç kımıldamadan güneşlenip, artık yeterince yandıklarına emin olan yaşlı delikanlılar, suya profesyonel bir yüzücü edasıyla atlayıp, gövdelerini akıntıya bırakarak denizin sefasını sürer.
Bütün bu mutlulukla akan görüntüler bir yana, bir yandan da bir gerçek acıtır içimi. Buradaki yol yapılmadan önce Suriçi semtlerinin denizle olan bağlantısının çok daha kuvvetli olduğu gerçeği. “İstanbul’un Kuytu Köşeleri” kitabında, çocukluğu Narlıkapı ve Samatya’da geçmiş olan Aydın Boysan bu konudan şöyle söz eder: “İstanbul’un Sarayburnu’ndan Yedikule’ye kadar olan tüm kıyıları tam denizin üzerinde ağaç direk ve kalaslarla düzenlenen leylaklı sarmaşıklı kahvelerle biçimlenirdi. Bütün Bizans surları denize inerdi. Bu görünüş, tarihteki İstanbul güzelliğinin en vurucu öğelerinden biriydi.” En çok da o güzelliği kaçırdığım için hayıflanırım sahili bir uçtan bir uca yürürken.
Havalar ısındığı gibi kendimi yine Sarayburnu sahilinde buldum ve uzaktan bakıldığında keyfi yerinde gözüken Hikmet Bey’le tanıştım. Kendisi, doğma büyüme Fatihli. Burayla olan ilişkisini şu sözleriyle anlattı bana: “İstanbul’un en ferah manzarasını buradan bedavaya izliyorum, hem de kafa dinliyorum. Bazen oltamı alır gelirim, şu öteden balık tutarım. Bazen kavun, peynir, rakıyla o günü geçiririm. Bazen de arkadaşlar gelir tavla keyfi yaparız. Sarayburnu’nu pek bilmeyen biri akıntıya karşı yüzmeye çalışır, boşa yorar kendini. Halbuki kendini bırakmayı bileceksin o akıntıya. 70 küsur yaşındayım, değişmeyen zevklerimden biri buradan denize girmektir.”
Hep düşünmüşümdür; en çok kimler İstanbul’un tadını çıkarabiliyor diye? İşte, bu sorumun cevabını bir nebze olsun alabildiğim yerlerden Sarayburnu. Hızla değişen kentte, değişmeyen bir zevki tattırıyor gediklilerine. Umarsız varoluş hallerini bile bir yaz rüyasıyla yatıştırıyor.






