top of page

ANILARIMDAKİ İSTANBUL
KATERINA SOUVERMEZOGLOU 

Şubat 2025'te kaleme alınmıştır.

Ne zaman Galata’nın Galip Dede Caddesi’nden Yüksekkaldırım’a doğru yürüsem, zihnimdeki kelimeler birbiriyle yarışır. O kelimeleri etrafımdaki seslerle koluma takar, İlhan Berk’in, Sait Faik’in, Orhan Veli’nin insanlarını ararım dalgın gözlerle. Bilirim ki hiçbiri orada değildir. Eski pulculardan geriye ikisi kalmış (Kamer, ve Filateli) “buna da şükür” dercesine yaşamlarına devam ederler. Söylenmekten eskimemiş şarkılar duyulur bir plakçı dükkânının içinden. Apartman girişlerine yazılmış mimar isimlerine dikkatle bakarken, arkamdan biri gelip pat diye durur yanımda; nereye böyle dikkatle baktığımı anlamaya çalışarak. 

 

Bugün, yolumu yeniden düşürüyorum Galip Dede’ye. Pudra pembesi bir apartmanı arıyor gözlerim, No:59’da olduğunu bilerek. Girişinde bir dükkân, arkaya doğru genişletilmiş, düzeni epeyce değişmiş. Yine de halen orada. Geçtiğimiz aylarda tanıştığım Katerina Souvermezoglou’nun hayata gözlerini açtığı evmiş burası. Annesi, babası ve kardeşiyle yaşadıkları, yemek odası camından hayatı seyre daldığı, girişinde babası Vangel Bey’in işyerinin olduğu o ev. O evde başlayan hayatlar hangi yolculuklarda bulur kendini? Nerelere ait olur ruhları? Zaman, saklar mı bu evde yaşanmış tüm anıları? Bu soruların cevapları kendiliğinden akar, Katerina’yla oturduğumuz güneşli ama rüzgârlı bir sohbet masasında. 

Fotoğraflar sırasıyla: Galipdede Caddesi No:59, Zoi ve Vasillios Pagonis 1929, evden Alman Lisesi görünümü, dilek kemiği, Katerina'nın Anne ve teyzesi büyükanne ve babası ile, Katerina dedesi ve kardeşi Yani ile, annesi ile, Galipdede pulcuları, esnaf dostları Nikos (gözlüklü olan). 

Galip Dede Caddesi ve Kuloğlu Arasında Geçen Çocukluk

Katerina 1955’te, kardeşi Yani ise 1958’de Beyoğlu Alman Hastanesi’nde doğarlar.  Katerina, anaokuldan liseye kadar
Özel Zapyon Rum Okulu’nda, kardeşi Yani ise ilkokulu Zapyon’da, ortaokul ve liseyi Alman Lisesi’nde okur.  

 

Galip Dede’deki evleri, ilk yuvalarıdır. Anneleri Eleftheria’nın anne ve babası Zoi ve Vasillios Pagonis, soyadlarını verdikleri Pagonis Apartmanı’nda, Kuloğlu Koca Ağa Sokak’ta yaşarlar, ta ki 1964 Tehciri’nde Yunan tebaalı oldukları için sınır dışı edilene dek. Çocukluk yıllarında Katerina, sıkıldıkça büyükannesinin Kuloğlu’ndaki evinde bulur kendini. Bazen de büyükannesi gelir yanlarına. Onun heybesinde mutluluk çakılları vardır, Katerina’nın bugün bile hatırladığı. “Kışın her öğleden sonra büyükannem evimize gelirdi. Büyük bir çantası vardı; küçük bir sandık gibiydi. İçinde çikolatalar, şekerlemeler olurdu. Bizimle çok çeşitli oyunlar oynardı (dilek kemiği,  gördüğümü sen de görüyor musun? gibi). Masalları çok canlı bir şekilde anlatma konusunda doğuştan gelen bir yeteneği vardı.”

 

“Çocukluğumda mahallemiz bakımsızdı. Babamın işyeri alt kattaydı. Biz doğduğumuzda üçüncü katta oturuyorduk. 1964’te büyükannem ve büyükbabam Atina’ya göç etmek zorunda kaldıklarında, birkaç yıl Pagonis Apartmanında onların boşalttıkları dairede kaldık. Bu arada annem ve babam Galip Dede No:59 ikinci kattaki  daha büyük olan daireyi yenilediler ve biz de oraya taşındık.”

 

Galip Dede Caddesi’nin yokuşu üzerindeki manzaralar, aynı kitaplarda okuduklarım gibidir. Katerina bunu şöyle doğrular;  “Mahallemizde pul dükkânları vardı. Babam da pul koleksiyoncusuydu. Boş zamanlarını pul kataloglarını düzenlemekle geçirirdi. Ayrıca müzik plakları satan çok sayıda dükkân vardı. Babam yazları, biz Kınalıada’da tatil yaparken, işine gidip gelirdi. Bir keresinde kendisine Tom Jones’un  “Delilah” şarkısını istediğimi söylemiştim. Fakat babam Dalida’nın bir plağını getirdi. Çok gülmüştük!” 

 

Yaşadıkları evin hemen karşısında ise Nikos adında Rum bir esnafın meze dükkânı yer alır.  Katerina o mekanı en çok da güzel tostlarıyla hatırlar. Zaman içinde Nikos’la dost olurlar ailece. Doğu Anadolu ve Akdeniz’e geziler yaparlar. Şimdi, başımı tam bu evin karşısına çevirdiğimde 50 yıldır çakmak gazı ve saat pilleri satan esnaf amcanın dükkânı ve yanında etnik giysiler satan bir butik var. 

Fotoğraflar sırasıyla: Soldan sağa Zozo (Erifili'nin kızı ) Yani (Katerina'nın erkek kardeşi) ve Vasilis (dayısı Niko'nun oğlu), büyükbabası torunlarıyla birlikte, Yani ve Katerina. 

Yaz Günleri, En Tatlı Hayaller Gibi…

Yaz günleri her çocuk için şeker kamışından yapılmıştır. Öyle tatlı anılar barındırır. Yazları, çok düşünmez insan, çocuk değilse bile. Güneşe çevirir kısık gözlerini, gözlerinde oluşan ışık lekeleriyle önünde uzanan denize bakar. Özgürlüğün en şımarık dalgalarını vurur çocukluk kıyılarına o deniz. Reçel kokularının pencerelerden taştığı ılık sabahlar, midye toplanılan dik kayalıklar, çocukluk inşaası kumdan kaleler ve akşamları kurulan geniş aile sofraları unutturmaz kendisini. Üzerinden bin yıl geçse de.

 

Katerina da unutamaz o yazları. Büyükanne ve babasıyla aynı evde yaz tatili yaparlar. Doğduğu zaman dedesi Tarabya’da bir yazlık satın alır. Çocukların odaları birinci kattadır. Geniş bir oturma odası, yemek odası ve büyük bir mutfağı vardır. Bahçesi meyve ağaçları ve çiçeklerle doludur. Teyzesi Erifili, hayatında gördüğü en güzel evin burası olduğunu söyler, anılarını anlatırken. Bir gün yol çalışması için yıkılmak zorunda kalır o ev. Katerina 2 yaşındadır. Bu yıkıma çocuk ruhuyla sinirlenir ve “kötü makinalar!” diye tanımlar yıkımı yapan araçları. 

 

Hiçbiri o eski ev gibi olmasa da uzun yıllar Boğaz’da başka yazlık evler kiralarlar. Sonra da Kınalıada’da Çınarlı Köşk Sokak’ta, Çınarlı Apartmanı’nı yapar dedesi, teyzesi Erifili’nin eşi ve kayınpederi ile ortaklaşa. O yazlık apartmanda, babası Vangel Bey vefatından önce son kez 1989’da kalır. Dedesi ise büyük emeklerle yapmış olduğu Kınalıada’daki yazlıkta sadece 1 yaz yaşayabilir. 2013’de ise tamamen veda edilir Çınarlı Apartmanı’na. 

 

Katerina 1973’te Atina’ya okumak için gittiğinde “Poli”de geçen günleri içinden en çok Kınalıada’yı özler. O günleri şöyle anlatır:

 

"Bir akşam, kardeşimin bir arkadaşına ait büyük bir teknenin içinde kolyoz (uskumru benzeri bir tür balık) pişirdiğimizi ve etrafımızdaki denizin, yıldızlı gökyüzünün ve atmosferin bizi büyülülediğini hatırlıyorum. Bazen de adanın tepesindeki bir meyhaneye gider, aldığımız etleri ızgara yapar, salata ve diğer mezelerle yerdik. Gitar çalan birkaç kişi olurdu…"

 

Katerina’nın Kınalıada günleri böyle akıp giderken, zaman da sanki orada donar kalır. Çınarlı Köşk’ün sokağında, gitar çalınan yemyeşil tepelerde, yanmış bir tenin süt beyazı mayo izinde, sahile bırakılmış içleri sedefli midye kabuklarında, son söylenen o şarkıda. 

Yakamozlar...

“Kınalı’da çok arkadaşım vardı. Bazılarının tekneleri ile diğer Prens Adaları'na giderdik. İlk durağımız Antigoni’den (Burgazada) muhteşem sandviçler alırdık. Sonra yüzmek için ıssız plajlara giderdik. O zamanlar ıssız olan Kınalı’nın arka tarafına yürüyerek gider, denizde dalış yapıp midye toplardık. Ateş yakıp midyeleri sahilde pişirir, güneş battıktan sonra da çay demlerdik. Çok büyük bir zevkti. Akşamları teknenin ön tarafında yatıp yakamozları izlerdim. Balıklar geçip suları çalkalayınca deniz müthiş parlardı. Sanki küçük bir peri, sihirli değneğiyle denizi canlandırıyordu. 

Βen Yunan denizlerinde yakamoz bulmak için her zaman çabalıyordum. Oysa Ege denizi suları daha berrak ve fosforlaşan fitoplankton sayısı daha azdır. Klio bir buçuk yaşındayken tatile Pagasetic Gulf, Afissos adlı bir köye gitmiştik. Aysız kapkaranlık  bir gecede Klio'yu ve babasını uyurken bırakıp yüzmeye gittim. Pagasetic Körfezi’nde yakamozun olduğunu görünce çok şaşırdım. Keşfimden dolayı çok mutlu oldum ve uzun süre yüzdüm! Denizden çıktığımda elbiselerimi bulmam imkansızdı. Sahilde yatan romantik bir çiftten yardım istemek zorunda kaldım. Neyse ki el fenerleri vardı.

Birkaç yıl önce yakamoz kelimesinin eski Yunanca “διακαμός, διακαίω” kelimesinden geldiğini keşfettim; denizden gelen ve balık sürülerinin veya planktonların biyolüminesansının neden olduğu parıltı anlamına geliyor. Kınalı'ya son gidişlerimden birinde de yakamozları ne kadar sevdiğimi bilen Makis, babamın bir arkadaşı, bir tekne kiraladı. Onunla birlikte denize açıldık, böylece en sevdiğim yakamozları tekrar görebildim. Yakamozlara ve denizlere olan aşırı sevgim beni  okyanus bilimi alanında yüksek lisans ve doktora yapmaya itti.”

Fotoğraflar sırasıyla: Katerina'nın büyükannesinin pasaportu (ilk dört fotoğraf), büyükbabasının pasaportu.

Kırmızı harflerle yazılar: "Bu pasaportun sahibi Türk makamları tarafından sınır dışı edilmeye tabidir."

1964: Zorunlu Göç

Herkesin hayatında vedalar bir bir edilir. Şehirlerle, insanlarla, evlerle, eşyalarla… Bazıları sırasıyla gerçekleşir, zamanı gelince. Ama bazı vedalar da öylece, aniden edilir. Aynı 1964 senesinde olduğu gibi. Ülkedeki Yunan tebaalı vatandaşların tehcir edildiği o yıl, Katerina’nın da önce dedesi Vasillios sınır dışı edilir. Tarihler 12 Ağustos 1964’ü gösteriyordur. İsmine Türkiye Resmi Gazetesi’nde rastlayan Vasillios Bey, kalbine hançer saplananlardan sadece biridir. Anneannesi Zoi ise 1964’ün Aralık ayında sınır dışı edilir. Son anda 65 yaş üstündekilerin isterlerse İstanbul'da kalabilmelerine olanak sağlayan bir yasa çıkarılır. Böylece teyzesi Erifili’nin kayınpederi ve  kayınvalidesi bir süre İstanbul’da kalabilirler.

 

“O zaman ben 8,5 yaşındaydım, kardeşim ise 6 yaşındaydı. Dedem elinde gazeteyle eve gelip, üç gün sonra gitmek zorunda olduğunu söylediğinde hissettiği üzüntüyü şimdi gibi hatırlıyorum. Büyükannem ve babam Atina’ya, teyzem Erifili’nin ailesi bir süre sonra Selanik’e, dayım Nikos’un ailesi ise Rodos’a göç ettiler. 

 

İstanbul'dan ayrıldıkları yıldan itibaren her yaz onları ziyarete gidiyorduk. Atina'ya çoğunlukla gemiyle giderdik. İstanbul-Pire seferini yapan Karadeniz ve Akdeniz gemileriyle. İlk gidişimde hatırladığım kadarıyla üst ranzada yatmıştım. İlk yurtdışı seyahatimdi.  Çok kaygılıydım ve her yarım saatte bir tuvalete gitmek için yataktan iniyordum. Atina nasıl bir yer acaba diye merak ediyordum. Ağaçlar, sokaklar, binalar İstanbul'dakilere benziyor muydu? Büyükannem ve büyükbabam değişmiş olacak mıydı? Yaşadıkları ev nasıldı? Annem uyuyamadığım için endişeleniyordu. 

 

Atina'da hava sıcaktı ve deniz, evlerine uzak olduğu için yüzememiştik ama sevdiklerimizi tekrar gördüğümüz için çok mutluyduk. Büyükannem İstanbul'a dönemedi. Büyükbabam İstanbul'a gitmeyi çok istiyordu ama izin verilmiyordu. Nihayet 1987 yılında vefatından kısa bir süre önce on beş günlüğüne İstanbul'a gitmeyi başardı.” 

Fotoğraflar sırasıyla: Katerina Atina Üniversitesi Kimya bölümü laboratuvarında, Atina Politeknik ayaklanmasının yıldönümünde Atina Üniversitesi öğrenci yurdu çocuklarıyla (fotografta Nikos Kolman en önde soldan üçüncü ve Katerina yanında)

Atina’da Yeni Hayat

Katerina için yeni bir hayat, yeni bir şehre taşınmasıyla 1973 sonbaharında başlar. Atina’daki Kapodistrian Üniversitesi’nin Kimya bölümüne okumaya gider. İlk sene Didotou Caddesi’nde İstanbullu bir kadının pansiyonunda kalır. Sınıf Arkadaşı Maria ile odasını paylaşır. Yan taraflarındaki Fransız Akademisi’nde Fransızca dersleri alır. Kınalı’yı özler durur İstanbul’u düşledikçe. Hasretini dindirir mi bilinmez ama Atina’dayken de yakınlardaki adalara giderler Maria ile. İkinci yılında ise Atina Üniversitesi’nin öğrenci yurduna taşınır ki burada tanışacağı isimlerden biri de Nikos Kolman’dır. 

 

Katerina başarıyla geçen eğitim hayatını tamamlar, doktorluk ünvanını alır. Kızı Klio, 1991’de doğar. Onu Kınalı’yla ve hala orada yaşayan arkadaşlarıyla tanıştırmayı çok ister. Kızının babası, Dimitri Rapakoulias ise buna pek sıcak bakmaz. 1997 yılında, kendisi ve eşi Çin’de bir konferansa gidecekleri zaman Klio’yu da Kınalı’daki anneannesine yollamak ister. Ne yazık ki biletin Selanik aktarmalı olduğunu bilmez ve Klio saatlerce Selanik’te, anneannesi ise İstanbul Havalimanı’nda bekler. Bu durum kızında bir korku, endişeye sebep olur. Üstüne bir de üşütüp hastalanınca, Klio’nun İstanbul’la dair ilk anısı biraz hüzünlüdür. 

 

2013 yazında ise Klio ve Katerina bu defa mutlu bir yolculuk yaparlar Katerina’nın ardında bıraktığı şehre. Boğaz turları yapılır, güzel yemekler yenir, bir tanıdığın Tarabya’daki evlilik kutlamasına katılınır. Uzun zaman sonra yeniden merhem olmuştur İstanbul, Katerina’ya ve çok düşkün olduğu her cümlesinden belli olan kızına. 

 
Souvermez Soyadının Hikâyesi

“Babamın babası Ioakim, Kapadokya'nın Suvermez  (Floyita) köyündenmiş. Burası yoksul ve kurak bir köymüş zamanında. Soyadımız bu köyden geliyor. Dedemin soyadı Anastasiadis’ti. Neden ve ne zaman değiştirdiğini tam olarak bilmiyorum. 

 

Adını taşıdığım büyükannem Ekaterini ise aslen Sinassosludur (Mustafapaşa). Nispeten zengin bir kadındı, bir kasabın kızıydı. Dedem onu evlenmek için kaçırmış. On dört doğum yapmış fakat sadece 7 çocuk hayatta kalabilmiş. 2 kız ve 5 erkek. Hayatında yaşadığı tüm zorluklara rağmen Allah'ın kendisine 7 tane güçlü çocuk bağışlamasından dolayı çok mutlu olduğunu söylerdi. Çok genç yaşta felç geçirdi. Hastalığında çocuk yaştaki küçük kızı ona baktı. Sanırım 14 yaşında idi o zamanlar. 52 yaşında da vefat etti. 

Türk pasaportumda adım Ekaterini Suvermezoglu  olarak geçiyordu. Arkadaşlarım ise bana “Keti” derlerdi."

Fotoğraflar sırasıyla: Kınalıada'daki Çınarlı Apartmanı, Katerina ve babası, babası Vangel'in Kapadokyalı ailesi: Anne ve baba ortada, Vangel en sağda, Katerina'dan bir not.

 
Kınalıada’ya Veda

Katerina, 2013’te adadaki yazlık evleri satılınca, annesinin evi boşaltmasına yardım etmek için Kınalıada’ya gelir. “En kötü deneyimlerimdendi” diye anlattığı o gün,  çocukluğuna dair birçok anıyı da atmak zorunda kalır. Poli ‘deki bu son günler ruhunu öyle yaralar ki 2013’ten bu yana İstanbul'a gitmeye cesaret edemez. 

“Annem ve babam 1988 yazına kadar İstanbul'da yaşadılar. Bu süre zarfında ben de sık sık İstanbul'a gidiyordum. Özellikle yazları, Noel veya Paskalya tatilinde. 1988 sonbaharında Atina'ya taşındılar. 1989 yaz tatilinde Kınalı’ya geri döndüklerinde babam Haziran ayında bir inme sonucu, 67 yaşında vefat etti. Bir konferans için Marsilya'daydım. Bana bildirildiği o günü asla unutamam. Hayatımın en kötü günüydü. Tedavi gördüğü hastaneye gittim ve ona yeterince ilgi göstermedikleri izlenimini edindim. Doktorlar bana bu yaştaki insanın kalbinin yorgun olduğunu söylediler. Bundan hiç hoşlanmadım. Zar zor tıbbi dosyasını aldım. Son kardiyogramı halâ bende. 

Babamı çok seviyordum. Ani ölümü beni çok üzdü. Babamın varlığı zihnimde İstanbul ile çok bağlantılıydı. Belki de bu yüzden ölümünden sonra İstanbul ile aram bozuldu. Geçtiğimiz senelerde Karadeniz gezisi yaptık, iyi geldi. İstanbul’a da yeniden gitmeyi planlıyorum, bakalım…” 


Şimdi, Çınarlı Apartmanı'nda bambaşka yüzler yaşar. Ada denizi, Katerina’nın midyeler topladığı deniz kadar berrak değildir. Anılar gibi bulanmıştır sular da. Karşı kıyıdaki gökdelenler bir bir gökyüzüne değmek için birbiriyle yarışır durur. İnsan sayısı ve sesler artar, şarkıların sesi kısılır. Katerina, belki de bu yüzden artık sadece hayallerinde ve anılarındaki İstanbul’u yaşamakla yetinir bir süre. Yeniden Poli’sine gideceği gün elbet yakındır, ama ruhu içten içe kaygılı, kalbi biraz kırıktır.

Hayatını ve İstanbul anılarını benimle kalpten paylaşan Katerina Souvermezoglou'na

ve Kasım 2024'te bizi Sunion ve Lavrio'da bir araya getiren Nikos Kolman'a teşekkürlerimle...

bottom of page