Human & Travel Stories
MASAL GİBİ BİR KIŞ ATMOSFERİNDE:
VARŞOVA VE KRAKOW

Yazı & Fotoğraflar - Aktüel Travel 2024 Kış sayısında yer almıştır.
Bazı şehirler bize bir kış masalı vadeder. Işıklarıyla, renkleriyle, süslenmiş ağaçlarıyla, soğuğa rağmen kendilerini eğlendirebilen insanlarıyla… Filmlere, bestelere, şiirlere konu olmuş güzellikleri vardır ve görmesini bilene çok şey anlatır böyle yerler. 2.Dünya Savaşı sonrası küllerinden doğmuş, gündüzüne de, gecesine de hayatı sığdırmayı başaran ve her bir detayıyla kış atmosferine çok yakışan Varşova ve Krakow şehirlerindeyiz.
Bazı şehirlere gitmeden önce kafamda ‘oyunlar’ kurarım. O şehirleri, ezberlediğim şiirlerden, romanlardan, defalarca izlemekten bıkmadığım filmlerden bulup çıkarır, öyle bir rota çizerim kendime. İçinde biraz gerçek, biraz hayal, biraz da düş vardır o oyunların. Benim Polonya gezim tam olarak böyle kurgulandı. Gitmeden önce oturup günlerce Polonyalı ünlü yönetmen Kieslowski’nin filmlerini izledim; Double Life of Veronique, A Short Movie about Killing ve Love, Bleu-Blanc-Rouge üçlemesi ve dahası… Sonra Chopin’in bütün parçalarını yeni baştan; sanki ilk kez duyuyormuş gibi dinledim. Ve elbette Nâzım’ın bir kısmı Varşova’da kaleme alınmış Saman Sarısı şiirini defalarca okudum. Belki de bu yüzden, Varşova’ya ilk adım attığım andan itibaren şehrin ruhu zihnimde biriktirdiklerimle bütünleşti ve her şey bana olduğundan daha güzel, hatta yer yer daha romantik gözükmeye başladı. Bu yüzden yazıyı okurken “ne romantik şehirlermiş” diye düşünürseniz, bilin ki hislerime bu eserlerin katkısı büyüktür.
Varşova’dan İlk İzlenimler
Varşova, diğer birçok Ortaçağ şehri gibi küllerinden doğmuş. Bu yüzden Anka Kuşu ile özdeşleştiriliyor. 2. Dünya Savaşı sırasında yerle bir olmuş şehri Sovyetler Birliği döneminde Polonyalılar yeniden ayağa kaldırmayı başarmış. Yapılar bir bir yenilenmiş, alınan fonlarla zarar gören kiliseler restore edilmiş. Göz estetiğini bozan tek bir bina dahi yok, renkler uyumlu, her bir detay incelikle düşünülmüş gibi. Kentin tarihi Kale Meydanı (Plac Zamkowy) etrafında bunu görebiliyorsunuz.
Benim gibi antika pazarı meraklısıysanız ve o pazara gitmek için tramvaya atlayıp, kentin eski şehir merkezinden iyice uzaklaşırsanız farklı bir Varşova göreceksiniz. Merkez dışına daha çok Sovyetler ruhu hakim. Buralarda toplu konutlar, birbirinin aynı soğuk yapılar ve yüzleri eskimiş, yorgun düşmüş tek tük müstakil evler karşınıza çıkıyor.
Meydana geri dönecek olursak, yılbaşına yakın bir dönemdeysek ortada halen duran dev bir çam ağacı karşılayacak sizi. Etrafta ise kutlama havasını devam ettiren yılbaşı süsleri, akşama doğru yanmaya başlayan renkli ışıklar, ağaçlara sarılmış simler, kurdeleler… O dev ağacın etrafında fotoğraf çektiren insanların yanakları kuvvetle muhtemel pembe pembe olacak çünkü burada hava kış aylarında buz gibi. Fakat soğuğa rağmen uzaktan bakılınca bütün resim güzel. Resmin detaylarına inecek olursam, bir itirafta bulunayım; benim gibi Akdeniz kültürünü sevenler için kent biraz soğuk; insanları da biraz mesafeli gelebilir Varşova’nın. Yine de kafe kültürünün devam ettirildiği dar sokakları, caddeyi bir uçtan bir uca turlayan renkli tramvayları, insanların sıcak şarap konmuş bardakları sıkıca tutarak ellerini ısıttıkları Rynek Starego pazar alanı, buraya kurulmuş buz pistinde akrobatik hareketler sergileyenler içinizi ısıtmaya ve yüzünüze bir tebessüm kondurmaya yetecek.
Varşova: Güvercinler, Fötr Şapkalılar, Sıcacık Kafeler…
Eski şehir meydanının kuzeyinde yer alan 16.Y.Y’dan kalma büyük kale surları, 20. yüzyılın ortasında yeniden inşa edilmiş. Günümüzde sabah ve akşamüstü yürüyüş yapan, köpeklerini gezdiren ve çocuklarıyla gezintiye çıkan insanlarla dolu. Ben de bir sabah bu surların etrafından yürüyüp, yüzümü kesen buz gibi soğuğa aldırmadan Otel Bristol’ün yolunu tutuyorum. Bu otelde kalırken Saman Sarısı’nda şu dizeleri kaleme alan Nâzım Hikmet’i anarak otelin kafesinde kahvaltı yaptığım şu saatler içim huzur dolu.
“Bilmiyorum nerden gelip nereye gittiğini
Baktım arkasından
Üst ranzada ben uyuyorum
Varşova'da Bristol Oteli’nde yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığım yoktu…”
Otelin konumlandığı yer şehir merkezinde, Kale Meydanı’na yakın. Hemen yanıbaşında ise Polonyalıların milli şairi ve İstanbul’da bir dönem yaşamış olduğundan Dolapdere’de müzesi bulunan Adam Mickiewicz’in bir heykeli bulunuyor. Birkaç adım ötede, “ben öldüğümde kalbimi Varşova’ya gömün” diyen besteci Frédéric Chopin’in kolunun altına sıkıştırdığı nota kağıtlarıyla sıkça görüldüğü rivayet edilen Krakowskie Caddesi. Piyano çalmaya gittiği okul da bu caddede, 17.Yüzyıl’da yapılmış Sióstr Wizytek Kilisesi’nin bahçesindeymiş. Konservatuar binası artık yerinde değilse de yenilenen kilise gezilebiliyor. 18.Y.Y’da yapılan Holy Cross Kilisesi’nde ise bazı Polonyalı ünlü isimlerin kalpleri saklanıyor. Chopin’in vasiyeti üzerine, ünlü piyanistin kalbi de bu kilisede. Etrafımdaki meraklı bakışlar şehrin geri kalanında olduğu gibi bu kilisede de Chopin’e dair izler arıyor. Bütün bu izlere tanıklık ederken istemsizce, sürekli kulağımda Nocturne in C Sharp Minor çalıyor.
Eski şehir pazar alanından başlayıp Varşova Üniversitesi’nin olduğu alana kadar bir sabah yürüyüşü yapmak, kente dair birçok şeyi fısıldıyor bana. Elleri ceplerinde işe gitmek için tramvay bekleyen insanları, kampüse doğru yola koyulmuş ve daha az üşüyor gibi gözüken öğrencileri, kırmızı rujları ve şık kabanlarıyla kafe buluşmalarının yolunu tutan kadınları ve fötr şapkalarıyla meydana doğru ilerleyen beyleri görüyorum. Nowy Świat Caddesi’nin yan yana sıralanmış mekanlarından biri, bir kafe tutkunu olduğum için hemen dikkatimi çekiyor. Ortamını Viyana ve Venedik’teki tarihi kafelere benzettiğim A Blikle, 1869’dan beri burada işlemekteymiş. İçeriye girdiğim anda yüzüme çarpan vanilya ve kahve çekirdeği kokusuyla, buz mavisi soğuğu dışarıda bırakıyorum. Masalarda kahvelerini yudumlayıp hararetle sohbet eden insanlar, kreması bol tatlılar, köpüklü kahveler… Burası, kentin sıcak bir köşesine ilişip sevdiği bir kitabın sayfalarını karıştırmak isteyenler için ideal. Öyle ki uzunca bir süre dışarı çıkmak istemiyorum. Bu esnada görüyorum ki dışarının içeriyle tezat soğuğu camlarda buğulanma yapmış. Buğulu pencereler ve insanların görüntüsü 19.Y.Y’dan kalma bir resmi canlandırıyor kafamda. Merkeze dönmeden önce Chocolate Cafe E.Wedel’e uğrayıp birkaç paket çikolata almayı ve Cukiernia Pawłowicz’nin çikolata dolgulu meşhur çöreklerinden tatmayı unutmuyorum. Soğuk coğrafyalarda bu tip tatlıları tüketirken en ufak bir suçluluk duygusu duymuyorum neyse ki!
Yazıda Geçen Mekanlar
Bristol Oteli: Krakowskie Przedmieście 42/44
Holy Cross Kilisesi: Krakowskie Przedmieście 3
A Blikle Kafe: Nowy Świat 33
Chocolate Cafe E.Wedel: Szpitalna 8
Cukiernia Pawłowicz: Chmielna 13
Milk Bar Deneyimi, Praga Bölgesi ve Bir Zanaatkârla Tanışma
Gezdiğim yerlerde en korktuğum şey turist kalmaktır. Elbette turistik aktivitelere açığım ama bir yanım hep yerliler ne yer, ne içer, nasıl sosyalleşir derdine düşer. Polonya ile ilgili araştırma yaparken de Polonyalıların bizdeki esnaf lokantalarına benzeyen “milk bar” larda yemek yediklerini okumuştum. Milk barlar, 1890’larda ortaya çıktmış ve komünist rejim esnasında sayıları artmış. Her türlü sulu yemeğin, kahvaltının servis edildiği, self-servis düzeninde işleyen lokantalar. İsmi ise süt, un, yumurta ile yapılan yiyeceklerin servis edilmesinden ötürü ‘milk bar’ olmuş. Günümüzde her sosyal sınıftan rağbet görüyor. Praga bölgesini gezmeden ve modern kafelere uğramadan önce biraz “geleneksel” bir deneyim yaşamak istediğimden bu bölgede bulunan Rusałka. Bar Mleczny’e geliyorum. İngilizce bir menü yok ama dersime çalışarak Polonya yemeklerinden birçoğunu not ettiğimden, birkaç şey söyleyip bir masaya yerleşiyorum. Elbette kompostoyu unutmak mümkün değil çünkü buralarda her yemeğin yanına meyveli kompostolar söyleniyor. Mekanın tarihi dokusu ve pastel renkleri beni Kieslowski’nin filmlerinin içine ışınlıyor.
Praga bölgesi, Varşova merkezine kıyasla daha genç ve daha az turistik bir ruha sahip. Duvarlarda graffitiler, sokaklarda üçüncü dalga kahveciler, bu kahvecilerde laptop başında çalışan insanlar, neon tabelalı kulüp ve barlar, yüksek katlı binalar ve Piyanist filminin çekildiği Mala Sokağı’nın kırmızı tuğlalı binalarıyla farklı bir görüntüde. Binalardaki savaş izlerinin halen görüldüğü, Vistul Nehri’ne köprü yapılmadan önce ulaşımın sadece donuk su üzerinden sağlanabildiği, Varşova’nın daha “yoksul ama kentsel dönüşümde” diye söz edilen bölgesi Praga, kesinlikle görülmeye değer. Burada yer alan Bazar Różyckiego isimli bit pazarına, eski cazibesini kaybetse de göz atmak için girilebilir. Museum of Praga ise bölgeye ait fotoğraflar ve bölgenin 1500'lerden günümüze uzanan tarihini yansıtan obje ve belgeleriyle bir diğer uğranılacak yer. Pierogarnia Mińska 4/6’da mantı tattıktan ve Mala Dzierska’da kahve-tatlı keyfi yaptıktan sonra yeniden sokaklara düşüyorum. Mala Sokağı’nın 1-3-5 ve 9 no’lu eski evlerini elimle koymuş gibi bulurken bir filmin içindeyim artık. Biraz karanlık, savaşı anlatan ama her şeye rağmen ayakta kalabilmiş onlarca mimari güzelliğin sıralandığı sokaklarda, “başka bir Varşova” buluyorum.
Polonya zanaata önem veren bir ülke. El yapımı kuklalar, ahşap oyma heykeller, minyatür kiliseler, danteller, sepetler… Ben de bir üreticiyle tanışmaya, Poznanska Sokağı’na geliyorum. Vitrininde göz gezdirirken çok şık bir bey yanaşıp, “Ürünleri harikadır, yıllardır hep buradan alırız fırçalarımızı.” diyor. İçeride masasını düzenleyen Baryliński ustayla selamlaşıp, raflar arasında kayboluyorum. Baryliński Ryszard, babasından ve büyükannesinden devraldığı bu zanaatı çocukluğundan beri devam ettiriyormuş. İçeride hepsi el yapımı vücut, saç ve traş fırçaları, meyve-sebze temizlemek için kullanılan fırçalar var. Gözüme kestirdiğim birkaç fırçayı yana ayırıp, sohbetin en tatlı yerinde kızının fotoğraflarına bakarken buluyorum kendimi. Kendisi, Yokohama’da olan kızını ne kadar özlediğini anlatıyor. Bu küçücük dükkânda, birkaç dakikalığına çok uzaklara gidip gelmek mümkün.
Yazıda Geçen Mekanlar
Rusałka. Bar Mleczny: Floriańska 14 // Pazar kapalı
Bazar Różyckiego: Targowa 54 // Pazar kapalı
Mantıcı Pierogarnia Mińska 4/6: Mińska 4/6 // Pazar kapalı
Mala Dzierska Kawiarnia: Mała 3
Baryliński Ryszard. Pracownia pędzli i szczotek: Poznańska 26 // Pazar kapalı
**Praga bölgesine ulaşım Stare Miasto 01’den - Ząbkowska 03 durağına tramvayla sağlanabilir.
Varşova’da Mutlaka…
* Eski Şehir meydanında buz pateni yapın veya yapanları izleyin. Burada kurulan yeni yıl pazarlarını ziyaret edin, sıcak şaraplarından ve sosislerinden tadın.
* Dom Sztuki Ludowej’in hediyelik ahşap heykellerinden alın.
* Bir akşam loş ışıkları altında Restauracja Portretowa’da akşam yemeği yiyin.
* Şehrin en meşhur restoranlarından biri olan ve tarihi binasında hizmet veren U Fukiera’da kendinize ziyafet çekin.
* Sala Koncertowa Fryderyk’de akşamları düzenlenen Chopin dinletilerine katılın.
* Kraliyet Şatosu’nun kafesi Cafe Zamek’in kremalı kahvelerinden için, tatlılarından tadın.
* Taras Widokowy’den şehri kuş bakışı seyredin.
* Teatr Wielki Opera Narodowa’da mutlaka bir opera veya bale gösterisi izleyin.
- Biletleri websitesinden gitmeden önce almakta fayda var.
* Antika pazarlarını seviyorsanız Bazar Na Kole Pazarı’na uğrayın.
- Stare Miasto 02’den 23 Numaralı tramvay yakınına gidiyor.
* Varşova Ulusal Müzesi’nin (Muzeum Narodowe w Warszawie) geniş koleksiyonunu gezin.
* Vaktiniz varsa Madam Curie’nin müzesini (Maria Skłodowska-Curie Museum) ziyaret edin. Burası, Nobel ödülü kazanmış Polonyalı fizikçi ve kimyagerin çalışmalarının sergilendiği bilim müzesi. // Pazar-Pazartesi kapalı. Salı ücretsiz.
* Łazienki Królewskie Park’ın ağaçları arasında bir yürüyüş yapın, Chopin anıtını bulun.
* Gitmeden önce, Pawel Pawlikowski’nin bir kısmı Polonya’da çekilmiş Cold War filmini izleyin. Bu filmde konusu geçen ve 1940’lardan beri devam ettirilen yerel dans topluluğu Mazowsze’nin dans şovlarına denk gelirseniz kaçırmayın.











Kiremit Rengi Bir Şehir: Krakow
En az seyahatin kendisi kadar yolun da keyif verdiği bir tren yolculuğunun ardından Krakow’a varıyorum. Krakow, hiçbir çaba harcamasanız da ilk andan itibaren güzelliğini hissettiren şehirlerden. Gördüğüm her şey müthiş bir uyum içinde. Görkemli kiliseler ve Azize Meryem Bazilikası, sütun kemerli geçitler, 13.Yüzyıl’dan kalma saraylarla çevrili kent meydanı, o meydanın bir köşesini tutmuş Caz müzisyenleri, üzerinde buharı tüten tatlı büfeleri ve Varşova’dakileri aratmayan sevimli kafeler. Stare Miasto, eski kent meydanı, 13.Y.Y’da tüccarlara ev sahipliği yapan ve işgaller sebebiyle defalarca yenilenen bir meydan. Hemen yanından geçerek vardığım Rynek Główny meydanı ise yine 13.Y.Y’a tarihlenen, Avrupa’nın en geniş meydanlarından biri. Bir uçtan bir uca bakarken bile insanın başı dönüyor. Biraz ötedeki Rönesans tarzı kemerli çarşıyı (The Cloth Hall) gözüm bir yerden ısırıyor. Double Life of Veronique filminde, Weronika’nın elinde notalarıyla hızlı adımlarla geçtiği sahneden anımsıyorum burayı. Çarşı içinde kehribar takıların, el işi hediyelik eşyaların satıldığı tezgâhlar var. İkinci katında ise 19.Y.Y Polonya sanatını sergileyen Sukiennice Müzesi. Müzedeki resimlere bakarken, zaman nasıl geçiyor anlamıyorum. Özellikle de Anna Bilińska ve Aleksander Gierymski’nin derin bakışlı portelerini uzun uzun seyrediyorum.
Krakow’da çan sesleri, saat başı kilise kulelerinde canlı çalınan trompet tınılarına karışıyor. Şehrin sesi ya Caz, ya Klasik. Çan seslerini ve 20’li yaşlarına henüz varmamış gençlerin adımlarını takip ederek Jagellion Üniversitesi’nin kampüsüne varıyorum bu kez. Geniş avlusu, süslenmiş çam ağaçları ve yaprakları dökülmüş devasa ağaçlar karşılıyor beni. Tarih öğrencileri hararetle bir şeyler tartışıyor ayaküstü, ellerinde birer kahveyle. Başımı okulun bir kapısından içeriye doğru uzattığımda, yağlı boya tablolar görüyorum. 14.Y.Y’dan kalma, Polonya’nın bu en eski üniversitesiyle ilk karşılaşmam yine Nâzım’ın Saman Sarısı şiirinde gerçekleşiyor. O dizelerde şair bu okuldan şöyle bahsediyor: “Yegelon Üniversitesi'nde şeytan taşlara tırnaklarını batıra batıra dolaşıyor, bozmağa çalışıyor Kopernik'in Araplardan kalma usturlabını ve pazar yerinde bezzazlar çarşısının kemerleri altında rok end rol oynuyor Katolik öğrencilerle…” Dışarı çıktığımda kampüsün önüne park edilmiş retro bisikletleri, sokak aralarına serpiştirilmiş kitapçıları, pencereleri yılbaşı dekorlarıyla donatılmış küçük kahve dükkanlarını fark ediyorum hemen. Orta Çağ’ın ruhu bugünle öyle iyi harmanlanmış ki, birkaç saat evvel izlediğim o tabloların birinin içinde gibiyim.
Krakowluların bir buluşma noktası niteliğinde olan, mum ışıklı Camelot Cafe’de dinlenip, Jarema Restaurant’ta yemek yedikten sonra geceyi, müzikseverler tarafında sıkça methedilen Jazz Club U Muniaka’da geçiriyorum. Bu kulüp şehrin önemli Caz müzisyenlerine ev sahipliği yapması dışında, genç müzisyenlere de alan açan bir yermiş. Şehrin sokaklarına kadar sinmiş olan bu müziğin keyfini çıkarırken, Krakow’u oracıkta severek kucaklıyorum.
Yazıda Geçen Mekanlar
The Cloth Hall Çarşısı ve Sukiennice Müzesi: Rynek Główny 1/3 // Pazartesi kapalı, diğer günler 10:00-18:00’e kadar açık. Salıları ücretsiz.
Jagellion Üniversitesi: Gołębia 24
Camelot Kafe: Świętego Tomasza 17
Jarema Restaurant: Plac Jana Matejki 5
Jazz Club U Muniaka: Floriańska 3 // Kapı açılışı esnasında bilet alabilirsiniz.
Zamanın Duraksadığı Kazimierz Bölgesi
Kazimierz, Krakow’un geri kalanına göre sanki daha içine kapanık, biraz çekingen ve dünüyle yaşayan bir bölge. 2.Dünya Savaşı öncesinde yoğun olarak Yahudilerin yaşadığı bir getto iken savaş sırasındaki kıyımlarla Yahudi nüfus azalmış. Sonrasında uzun bir süre yalnızlığına terk edilen bölge, 1990’larda Schindler’in Listesi filmiyle yeniden canlanmış. Zaten filme konu olan Schindler’in fabrikası da Kazimierz yakınlarında ve ziyarete açık. 90'larda sanatçılar, yazarlar ve öğrencilerin yerleşmesiyle başka bir yüze kavuşmuş Kazimierz. Günümüzde, soykırımı unutturmamak için sokak köşelerine yerleştirilmiş anıtlar, ibadete açık birkaç sinagog, eski tabelaların yeniden hayat bulduğu nostaljik dükkanlar ve sayısını kestiremediğim kadar çok mekan mevcut.
Dokusunu korumuş dar sokaklar, Krakow merkezindeki gibi kiremit renginde değil soluk krem veya gri evlerle dolu. Bir sokağın girişinde ise fotoğraf çeken birkaç turist var. Çünkü bu sokakta Schindler's List Passage diye anılan, 2.Dünya Savaşı öncesi Yahudilerin yaşadığı ve film sahnelerinin de çekildiği bir geçit yer alıyor. Altındaki dairelerin bazıları galeri ve kültür merkezi olarak işlevde. Semtin kafelerinin ortak özelliği ise masalarında mumlar ve duvarlarında eski resimler olması. İflah olmaz bir efemera tutkunu olduğumdan; bu kafelerde vaktimin bir kısmını duvardaki aile fotoğraflarına, etrafa yayılmış eski objelere bakarak geçiriyorum. Mleczarnia da böyle bir mekan. Onlarca fotoğrafın duvarlarını süslediği, her masasında kesintisiz sohbetlerin döndüğü, kahve kokulu bir kafe. Hemen sonrasında merakla zapienkanka (ekmek üstü bir lezzet) denemek için gideceğim yer ise Zapiekanki Baroko. Burası 1900’lerden beri pazarların kurulduğu Plac Nowy alanında. Alanın tam ortasında küçük de olsa bir eskici pazarının kurulduğunu görüyorum. Etrafında ise yan yana dizili, küçük pencerelerinden sipariş verebileceğiniz zapienkanka dükkanları var. Size düşense o uzun listeli menülerden, damak tadınıza uyan bir ekmek üstü seçmek ve orada, ayaküstü yemek.
Trompet sesleri arasından yağmurlu bir gecenin ortasında ilerliyorum. Belki küçük ve eski kentleri sevdiğimden, belki de eskimişlik hissini, yorgunluğunu pek de belli etmeden verebildiğinden seviyorum Krakow’u. Pencerelerinden sarı-sıcak ışıkların yayıldığı kafelerin, stiline önem verdiği belli olan özenle giyinmiş insanların, sesleri geceye doğru yükselen modern restoranların olduğu sokaklarında yürüyüş yapması zevk veriyor. Sonra, Polonyalı bir tanıdığımın tavsiyesine uyarak; yenilerde Michelin yıldızı almış olan Karakter isimli restoranda uzun zamandır yediğim en iyi yemeklerle kaşılaşıyorum. Kazimierz, geceye doğru canlılığını arttırıyor; tek tük topuk sesleri duyduğum sokaklar giderek kalabalıklaşıyor. Dzielnica Żydowska meydanındaki mekanlar loş ışıklarına kavuşuyor bir bir. Artık karşımda içi içine sığmayan, enerjik bir meydan var. Bugün hiç bitmesin istediğimden, biraz ileride, tarçın kokulu sıcak biraların tokuşturulduğu Eszeweria’ya uzanıyorum. Pencerelerin arkasında akan hayata şöyle bir göz ucuyla bakıp, eğer bir gün Krakow’u özlersem, anılarımı hatırlamaya bu köşesinden başlayacağımı biliyorum.
Yazıda Geçen Mekanlar
Schindler's List Passage: Józefa 12
Mleczarnia: Rabina, Beera Meiselsa 20
Zapiekanki Baroko: Plac Nowy 4b
Karakter Restaurant: Brzozowa 17
Eszeweria: Józefa 9
Krakow’da Mutlaka…
* Eskiden şehir surlarına bağlı olan, günümüzde ise Tarih Müzesi içinde yer alan 1490'lardan kalma savunma kapısı Krakow Barbican’ı görün.
* Da Vinci’nin meşhur eseri Lady with an Ermine’in tablosunun da koleksiyonunda yer aldığı ve el sanatlarının sergilendiği The Princes Czartoryski Museum’u ziyaret edin.
Pazartesi kapalı, diğer günler 18:00’e kadar açık.
* Şehrin en eski kafesi ve restoranı olan, bir dönem ressamların gelip müşterilere eserlerini satmaya çalıştığı ve kabarelerin oynandığı 1895 tarihli Jama Michalika’ya bir öğlen yemeğine gelin. Kremowki ve wawel tatlılarını es geçmeyin.
* Pierogarnia Krakowiacy’de mantı, Pijana Wiśnia’da sıcak vişne likörü deneyin.
* Kulesinde saat başı trompet çalınan Mariacka Bazilikası’nı görün ve mümkünse "Hejnal Mariacki” ismindeki bu özel besteyi durup dinleyin.
* Farklı aromalı votkalarıyla tadım yapılabilen Wodka Bar’a yolunuzu düşürün. Özellikle, acılı çikolatalı votkası, farklı bir tat arayanlar için denemeye değer.
* Eğer vaktiniz varsa merkeze çok uzak sayılmayan, 14.Y.Y’da yapılmış şehrin en önemli mimari simgelerinden biri olan Wavel Kalesi’ni görün.
* Kent pazarlarına meraklıysanız Grzegórzecka 3/11’daki Market Hall’u ziyaret edin.
* Kazimierz bölgesindeki Szeroka Meydanı’nı, Kazimierz Historical Mural olarak geçen sokak sanatına, Pomnik pamięci krakowskich ofiar Holokaustu anıtı yakınlarındaki fotojenik evlere dikkat kabartın.
* Bu bölgedeki Vino Metal’de yemek öncesi bir aperitivo-şarap keyfi yapmayı,
* Alchemia veya Chajim Kohan’da bir akşam yemeği yemeyi aklınızda bulundurun.
Birkaç İpucu:
-
Chopin Havalimanı’ndan merkeze ulaşmak oldukça kolay. Taksi dışında bir alternatif 175 numaralı otobüse binmek ve merkezdeki Hotel Bristol 01 durağında inmek.
-
Birkaç Lehçe kelime aklınızda olsun: Evet: Tak, Merhaba: Witam, Teşekkürler: Dziękuję (cenkuye).
-
Kışları gün 07:45’te doğup, 15:30 gibi batıyor, o yüzden karanlık saatlere daha çok kapalı alanları koymak, sabah saatlerinde açık hava, meydan gezileri yapmak mantıklı olabilir.
-
Warszawa-Centralna Tren İstasyonu’ndan Krakow Glowny Tren İstasyonu’na günde çok defa tren seferi düzenleniyor. Yol hızlı trenle yaklaşık 3 saat sürüyor.
-
Yalnızca Christmas market veya barların belirlenen açık alanlarında içki içilebiliyor. Onun dışında sokakta içki içmek yasak.
-
Ne yazık ki turist dolandırıcılığı Varşova’da yaygın. Döviz bozdurmadan önce mutlaka kurdan emin oldukta sonra paranızı bozdurun.









