KARADENİZ VAPURU
Unutulmuş Bir İstanbul Hatırası
Yazı & Fotoğraflar - Aposto İstanbul Mayıs 2021 bülteninde yer almıştır.
Karaköy İskelesi’ndeyim. Köşeye ilişip, saksafonunu üfleyen müzisyenin, vapur düdüklerinin aksine sakince titreşen tınısı duyuluyor. Simitçiden burnuma gelen susam kokuları, arkadaki balık-ekmek tezgâhından gelen kokularla yarışır halde. Balıkçılar oltalarını ani bir hamleyle geri topluyor. Karşıdan gelen Kadıköy vapuruyla bir şiirin içine yol alıyorum. Nazım’ın “usulcacık okşadığı” Boğaz vapurlarını düşlüyorum. Karaköy Limanı’ndan kalkıp, Sait Faik’i Grenoble’a, Marsilya’ya ve Pire Limanı’na kadar taşıyan eski İstanbul vapurlarını anıyorum. Bu sırada, sarı şeritli, nostaljik görünümlü bir vapur daha yanaşıyor iskeleye. Onu incelerken, ben de şairin Vapur şiirindeki gibi okşamak istiyorum eski İstanbul vapurlarını. Ve arkalarında bıraktıkları, köpürerek çoğalan o dalgaları.
Söz ettiğim o eski vapurlardan; Karadeniz Vapuru, belki de içlerinde hikâyesi en ilginç olanı. Hollanda yapımı Willis, sonradan Haliç Tersanesi’ne getirilip yenilenerek Karadeniz ismini alıyor. Atatürk, yüzünü artık Batı’ya çevirmiş Cumhuriyet dönemi Türkiye’sini, Avrupa’ya tanıtmanın yollarını ararken; 1925’in Mart ayında fikir mimarı Ali Cenani Bey, düşlediği seyyar sergi vapurunu kafasında şöyle şekillendiriyor: Bu vapurda, Türk mallarının öne çıkarıldığı; tütün, Kütahya çinileri, Hacıbekir lokumları, kumaşlar, kehribarlar, Beykoz fabrikasından çıkan ürünlerin sergilenip satıldığı bölümler, Batı müziğiyle konukları şenlendirecek Riyaset-i Cumhur Orkestrası, Türk damak tadını ortaya koyan yemekler, Sanâyi-i Nefîse Mektebi’nin öğrencilerinin resim ve heykelleri yer almalı. Katılmak isteyen tüccarlar sadece kamaraları için ödeme yapmak koşuluyla mallarını buradaki sergide tanıtıp, satmalı. Baş köşesine İbrahim Çallı’nın yaptığı Atatürk’ün yağlı boya resmi yerleştirilen ve yeni baştan tasarlanarak adeta bir sergi alanı olarak kurgulanan bu vapur, Avrupa’yı liman liman dolaşmalı. Atlantik’i ilk geçen Türk gemisi olarak bilinen Gülcemal’in süvarisi olan Lütfi Kaptan da dümene geçti mi her şey tamamlanıyor.
Bütün bu planların adım adım hayata geçirildiği sergi vapuru, 1926’da bir heyet oluşturuyor. Tüccarlar, protokol ekibi, tercümanlar, tarihçiler, gazeteci ve yazarların katılımıyla, 285 kişi, 12 Haziran 1926’da 3 ay sürecek bir yolculuk için Karaköy İskelesi’nden hareket ediyor. Vapurun seyir esnasındaki ayrıntıları ise siyah beyaz karelerde, gazetecilerin kaleme aldığı seyir günlüklerinde ve dönemin ünlü karikatür dergisi Akbaba’nın nükteli çizimlerinde karşımıza çıkıyor. Son olarak da geçtiğimiz yıllarda çekilen Karadeniz: Seyr-i Türkiye belgeselinde.
Barselona’dan başlayıp, Le Havre, Marsilya, Cenova, Napoli, Londra, Kopenhag, Amsterdam, Hamburg, Helsinki ve Leningrad gibi şehirleri kapsayan 3 aylık rotanın bazı limanlarında büyük bir coşkuyla karşılanıyor Karadeniz. Avrupalılar, gemiyle fotoğraflar çektiriyor. Robert Koleji öğrencilerinin tercümeleriyle ürünler hakkında bilgi alıyor, gümrük işlemleri eğer sorunsuz ilerlerse iki ülke arasında ticari el sıkışmalar gerçekleşiyor. Ancak, bu sergi fikrine herkesin sıcak baktığını söylemek zor. Bazı kişiler açıkça, böyle bir tanıtım için neden onca para harcandığını sorguluyor. Hatta, Hıfzı Topuz, Hava Kurşun Gibi Ağır kitabında, dönemin gazetecilerinden Vâlâ Nureddin’in bu yolculukta izlenimlerini aktaran gazeteci olarak görev almasının, yakın arkadaşı olan Nazım Hikmet’le aralarının açılmasına sebep olduğunu anlatıyor. Vapur Leningrad’a demirlediğinde iki arkadaş arasında, şu konuşma geçiyor:
- “Anlat Vâlâ, seni hangi rüzgâr buraya attı?
- Gazetelerde doğru dürüst bir iş bulamadım. Bu gezici sergiye çağırdılar. Geminin Leningrad’a uğrayacağını duyunca hemen bu işi kabul ettim. Fena mı ettim? Yoksa kim bilir bir daha ne zaman, nerede buluşacaktık?”
Barselona’da bir süre önce buraya göç etmiş Türk Museviler, Londra’da Stamboul Bazaar in the Thames belgeselini izleyip limana koşan coşkulu İngilizler, Helsinki’deki Rusya’dan sürgüne gönderilmiş Kazan Türkleri, Amsterdam’da kendi ülkelerinde yapılan bu vapurun yeni halini görmek isteyen Hollandalılar büyük bir merakla karşılıyor Karadeniz’i. Vapur kimi zaman acımasız fırtınaları, kimi zaman durgun suları ardında bırakarak ilerliyor. Bazen hiç umulmadık aşkların filizlendiği dans gecelerine, bazen ülkeler arası anlaşmalar imzalanan ciddi protokol yemeklerine sahne oluyor. Kısacık yaşamına başka denizleri, dalgaları, limanları sığdırmış olan Karadeniz, aylarca süren gezinin sonunda kendi sularına geri dönüyor. Arkasından beyaz mendiller sallanan, binlerce insanın şaşkın bakışları karşısında mavinin üzerinde, kendinden emin bir şekilde salınan hatıralarla yüklü bu vapur, sonunda diğer birçokları gibi unutulup gidiyor. Türkiye’nin ilk seyyar sergisine ev sahipliği yapan ve Türkiye’nin yeni yüzünü, sınırların ötesine geçerek insanların karşısına çıkaran o bembeyaz vapur, şimdi yeniden hatırlanmayı bekleyen bir İstanbul hatırası.