İÇ EGE ROTASI
Ege Köyleri, Ulubey Kanyonu, Pamukkale ve Salda Gölü
Tempo Travel Eylül 2017 sayısında yer almıştır.
Yolculuk sevenlere, dahası yolculuğu, gidilecek yer kadar mühim görenlere bir İç Ege rotası. Hedefte Ulubey Kanyonu, Pamukkale ve Salda Gölü var. Yol üzerinde uğranılan tarihi yerler ve Ege köyleri ile daha da renklenen, içinde “her şeyden biraz” barındıran bir yolculuk…
Yıllar sonra beni çağıran, benim değilse de bir parçam olan anne ve babamın çocukluklarının geçtiği, “memleketiniz neresi?” veya “nerelisiniz?” dendiğinde, ismini söylediğim yerlere gidiyorum. Biliyorum ki, bu yolda gördüğüm her şey bana çok şey öğretecek. Bir “merhaba” ile başlayan cümleler, bana evlerinin kapısını açan köylüler, çocukluğumdan gelen ve artık tamamlanan bir iki yarım kalmış manzara beni yeniden buralara çağıracak. Ve biliyorum ki, bir Ege rotası sadece menzilleri aştıkça değil, gidilen yollarına anlam yükledikçe tamamlanacak.
70’ler Hissi: Karahallı
Uşak’tan, zamanın durduğu bir ilçe olan Karahallı’ya gitmek üzere yola çıkıyorum. Yolculuk başlarında kafamda, yıllar sonra göreceğim Pamukkale ve ilk kez göreceğim Salda canlanıp dururken, bir yandan da yolun kendisinin başlı başına ne kadar güzel olduğunu fark ediyorum. Yol kenarında gördüğüm manzaralar “keşke bu yolculuk daha da uzun sürse” dedirtiyor. Şehir yaşamında kapalı alanlar içinde akan hayatımızın aksine, burada -hatta belki birçok köyde- hayat sokaklarda, meydanlarda, kahvehanelerde, balkonlarda, teraslarda ya da avlularda akıyor. Böylece birçok şeyi yakından izleyebiliyor, önümde akıp giden hayata tanıklık edebiliyorum. Daracık sokaklardan geçerken, kahvehanede oturan yaşlılar sohbetlerine ara verip, dikkatle İstanbul plakalı arabamıza bakıyor. Biraz ötede, bir evin balkonunda kış için hazırlık yapan kadınlar görüyorum; sayısını kestiremediğim kadar çok domatesin arasındalar. Penceremi açınca, içeriye salça, domates ve tarhana kokuları doluyor. Pencerelerin ardına kadar açık ve ahşap kapıların kilitsiz olması hoşuma gidiyor.
Karahallı Çarşısı’nda bir yere arabayı park edip, etraftakilerin meraklı bakışları arasında sokakları geziyorum. Pembe, mavi, yeşil, sarıya boyanmış pastel renkli bina cepheleri, yüz yılın üzerinde tarihi olan taş ve kagir evler ve yıkılmak üzereyken onarılmış ahşap evler beni karşılıyor. Asma yapraklarının gölgesine kurulmuş bir kahvehane, camında “ciğer kavurma” yazan lokantalar, balkonlarda ve pencere önlerinde iplere dizilerek kurutulmuş sebzeler (biber, patlıcan, bamya…) dikkatimi çekiyor. Mahallenin terzi, berber, manav, bakkal, kahvehane tabelaları ve yazı fontları buradaki yaşamın 70’lerde duraksatıldığı hissini veriyor. Eski Türk filmlerinde gördüğüm ahşap dekorasyonlu ofisler çarşı içinde yan yana sıralanıyor. Ofis ve iş hanları da dikkatimi çekince birine soruyorum: Geçmişte, bu köyde ticari aktivitenin yoğun olduğunu öğreniyorum. Amerikan bezi başta olmak üzere dokumacılık yapılır, hazır ürünler satılmak üzere İstanbul’a götürülürmüş.
Yerel halk ilk başta size meraklı bakışlarını doğrultsa da, sonrasında büyük bir hoşgörüyle selam verip, bir süreliğine “dışarıdan” gelen bir turist olma halinizi kabulleniyor. Eğer konuşma fırsatınız olursa da, ilk olarak “kimlerdensin?” diye soruluyor.
Karahallı’nın ün salmış ciğer kavurmasını tatmadan buradan ayrılmak istemiyorum. Kavrulmuş taze ciğer, çarşıda yer alan “ciğer kavurma” yazılı lokantalarda yenebiliyor. Pişen ciğerin yağına banılarak ekmek arasında veya porsiyon olarak sunulan ciğer kavurma çok hafif ve lezzetli. Buradaki bir diğer yerel lezzet ise tatlı kavun. Bu kavunlar alışık olduğumuzdan çok daha küçük boyutta ve tadı çok şekerli. Çarşı kaldırımlarında plastik sepetlere konularak küfeyle (yöre dilinde “keleter” deniliyor) satılıyor. Son olarak, meşhur bademlerinden de alıp, 2500 yıllık Clandras Köprüsü’ne gitmek üzere yola çıkıyorum.
2500 Yıllık Taş Köprü: Clandras
Karahallı içinden “Clandras” oklarını takip ederek, köprübaşına geliyorum. Şırıl şırıl akan suyun sesine yönelerek, yanına vardığım taş köprü hem görüntüsüyle hem de daha sonradan okuyup öğrendiğim tarihiyle beni etkiliyor. Uzaktan bakmakla yetinmiyor, üzerine çıkıp bir de köprüden etraftaki yeşilliğe bakıyorum. Çevrede akan suyun, hışırdayan ağaçların ve öten kuşların sesinden başka hiçbir ses yok. Doğanın içinde, bin yılı aşkın tarihin tam ortasındayım.
Frigyalılar dönemine ait, yaklaşık 2500 yıllık olduğu tahmin edilen taş köprünün iki ucu karşılıklı dağ kayaları üzerine oturtulmuş. Helenistik mimarisinde ilk olarak su kemeri olarak inşa edilen köprünün iki yanında, yakınlardaki antik Pepouza kentine su sağlamak amacıyla, kayalara kazınarak oluşturulmuş su kanalları yer alıyor. Karşısından bakılınca kasnak biçimindeki incecik kemeri her an çökecekmiş hissi veren bu köprünün, eski çağdan bu yana varlığını sürdürmesi çok etkileyici. Bu yüzden gezi rotama eklediğime seviniyorum.
UŞAK
Nereler Gezilebilir?
- Tarihi köprü (Clandras)
- Ulubey Kanyonu
- Ören yerleri (Ulubeyli Sülümenli Harabeleri)
- Pepouza Antik Kenti (Karahallı ilçesinde Karayakuplu Köyü’nde)
- İtalyan bir mimar tarafından 1901’de yapılan bedesten; sarraflar çarşısı
- 1419 tarihli Uşak Ulu Camii
Ne Alınır?
- Eşme ilçesinde üretilen el dokuması kilim,
- 16.Y. Y’dan beri geleneksel olarak dokunulan Uşak halısı,
- Tarhana, katmer, bükme (bir tür gözleme), peksimet, haşhaş sürtmesi gibi yöreye ait lezzetler
Nerede Kalınır?
Dülgeroğlu Otel: 1890’lardan kalma tarihi bir hanın içinde yer alıyor. Binası ve iç avlusu ile tarihi dokusunu hissedebilirsiniz.
Özdemir Mah., Cumhuriyet Cad. No:36, Uşak Merkez
Telefon: 0276 227 37 73
Ürküten Yükseklik: Ulubey Kanyonu
Clandras Köprüsü’nün ardından rotayı Ulubey Kanyonu’na çeviriyorum. Yolun iki tarafına dizili meşe ağaçları, suluboya fırçasını andıran servi ağaçları, bağlar, kavun ve tütün tarlaları eşliğinde yolun nasıl geçtiğini anlamıyorum.
Ulubey Kanyonu, Uşak ilinin Ulubey ilçesinde yer alıyor. Amerika’daki Grand Canyon’dan (Büyük Kanyon) sonra dünyanın en büyük ikinci kanyonu olduğu söyleniyor. İkinciliği sahiplenen farklı kanyonlar da var, ama bu bilgi kanyonun büyüklüğüne dair insana bir fikir veriyor. Menderes’in bir kolu olan Banaz Çayı ve Ulubey Çayı boyunca devam eden kanyon, ana kanyon ve büyük yan kanyonlardan oluşuyor. Çayların çevresinde ise küçük çiftlikler ve tarlalar görülüyor.
Kanyona varıldığında, üç santim kalınlığında kurşun geçirmez özellikteki cam terastan kanyonu ve akan çayı izlemek keyifli. Yine de, yer yer içiniz ürperiyor, başınız dönebiliyor. Cam terasın saydam zemininden aşağıya baktığınızda, sonsuz bir boşluk üzerinde yürüyor gibi hissediyorsunuz. Yükseklik korkusu olanların cam terasa çıkmadan, manzarayı biraz ilerideki yamaçtan izlemelerini tavsiye ederim. Detaylara hakim olmak için de, yanınızda dürbün getirmek iyi bir fikir.
Kanyon tabanındaki Banaz Çayı’nda sal ve özel ekipmanla kaya tırmanışı yapılabiliyor. Ama çayda kanalizasyon vb. kaynaklı büyük bir kirlilik yaşandığını söylemem gerek. Hatta yakın zamanda bölgedeki köylülerin bu konuya dair protestoları da gündeme gelmişti.
Ulubey Kanyonu, bugüne kadar hakkında çok söz edilmemiş, biraz geç keşfedilmiş saklı manzaralardan biri. İnsanı sarmalayan sonsuzluk hissi ve kanyonun ötesindeki manzaralarla, doğa severler tarafından keşfedilmeyi bekliyor.
Ulubey Kanyonu ve Çevresinde Neler Yapılabilir?
- Ulubey Kanyonu’nda yer alan seyir terasına çıkarak, manzaraya bakabilirsiniz.
- Banaz Çayı’nda sal ve özel ekipmanla kayalıklara tırmanış yapabilirsiniz.
- Kanyon çevresindeki tepelerde çadır kamp kurabilirsiniz.
- Cam Teras Park’ta yer alan restoranda manzaraya karşı yemek yiyebilir veya seyir terası karşısında yer alan masalarda piknik yapabilirsiniz.
- Cam teras çevresinde yer alan dükkanlardan yöreye özgü hediyelikler alabilirsiniz.
Köy Manzaralarıyla Dolu Bir Yolculuk
İç Ege köylerinin birbirine benzer bir hayat akışı var. Köylülerin de, birbirleriyle ağız birliği edercesine benzer bakışları, gülüşleri ve sizi karşılayışları var. Bir köy tabelasını ardınızda bırakıp diğeriyle karşılaştığınızda ve yeni bir yere geldiğinizde sizi bekleyen benzer kokular var: Kurutulmuş domates, patlıcan, biber, tarhana ve salça… Asma yapraklarının gölgelerinde dinlenen kahvehane ahalisi, tepeye asılı küçücük, tüplü bir televizyondan ülke gündemini takip eden berberler, düşmekten korkmayarak sokaklarda koşturan çocuklar ve bir yandan pencere önüne kuru sebze asan, bir yandan da size meraklı gözlerle bakan kadınlar var. Bir de her gördüğünüzde durup buz gibi suyunu içmek isteyeceğiniz çeşme başları…
Karahallı’dan sonra sırayla Bekilli, Çal, Sakızcılar, Uzunpınar, Dağmarmara ve Karahayıt köylerinden geçen bir rota izliyorum. Daha önce hiç görmediğim bir şeyi fark ediyorum; ana yollarda “disko” yazılı, muhtemelen gece neon ışıklarla aydınlatılacak binalar var. Bu diskoların birçoğu, eski fabrika ve depo binalarından çevrilmiş. Gördüğüm manzara karşısında kısa süreli bir şaşkınlık yaşadıktan sonra Dağmarmara köyü girişindeki çeşme başında mola veriyorum. Su almak için çeşmeye gelen bir amcayla biraz sohbet edip, yola tekrar koyulduğumda karşıma çıkan dağ manzarası uzaktan çok güzel. Dimdik bir yamaca kurulmuş yeşillikler içinde o köye, Dağmarmara’ya ulaşıyorum. Köyün etrafını turlarken, insanları ne kadar misafirperver olduklarını görüyorum; birkaç sohbet sonrasında evlerine, çaya davet ediyorlar. Onlarla konuşurken, duyduğum Ege şivesinin içimi ısıtmasına engel olamıyorum. Biliyorum ki, daha çok vaktim olsa bu köylerde daha uzun vakit geçirmek ve “geçerken şöyle bir uğramaktan” ötesini dilerdim.
Yıllara Direnen Beyaz: Pamukkale
Yılan sırtında ilerler gibi seyrettiğim, kıvrımlı Ege yollarından geçerek, önce Denizli sonra Pamukkale tabelalarını görüyorum. Çocukken gördüğümde büyülendiğim, beyazlar diyarıyla yeniden karşılaşacağım için heyecanlıyım. Hierapolis Güney Kapısı’ndan girip, önce Hierapolis Antik Kenti’ni, sonra Hierapolis antik havuzunu ve son olarak da gün batımında Pamukkale travertenlerini görmek amacım.
Birçok tapınağa ev sahipliği yapan ve “kutsal kent” olarak anılan Hierapolis kenti MÖ II. YY başlarında kurulmuş. Roma İmparatorluğu döneminde gerçekleşen depremden dolayı büyük zarar görmüş. Agora, gymnasium, antik tiyatrosu, ion sütun başlıklı evi, Frontinus Caddesi ve apollon bölümlerini rahatça gezmek için en az 1 saat ayırmanız gerekiyor.
Hierapolis kentini gezdikten sonra, Kleopatra havuzu olarak da bilinen Hierapolis antik havuzunu geziyorum. Bu antik havuzun çevresi hamamları ve termal sularıyla Roma imparatorluğu döneminin önemli bir şifa merkeziymiş. Günümüzde de havuzun içinde, deprem sırasında yıkılan 2 bin yıllık sütunlar ve tarihi kalıntılar görülebilir.
Pamukkale travertenleri ise, gün batımına sakladığım günün son sürprizi oluyor. Travertenlerin yapısı ve rengi kaynaktan gelen sıcak suyun içindeki yüksek miktar kalsiyum hidrokarbonat ile havadaki oksijenin temas halinde olmasından kaynaklanıyor. Sonrasında, açığa çıkan Karbondioksit ve Karbonmonoksit uçarak kalsiyum karbonat çöküyor ve doğal travertenleri oluşturuyor.
Geçmişte büyük bir hızla akan travertenlerin bir kısmında su tamamen durmuş durumda. Üst kısımlarda ise insanların girmesine izin verilen sonradan yapılmış havuzlar var. Bu havuzların birine kurulup Pamukkale’nin muhteşem manzarasını ve gün batımını izlerken, doğanın yaşlansa da, güzelliğini kaybetmediğine tanık oluyorum. Güneş beyazlıklar ardından yitip giderken, kendimi mineralleriyle zengin ılık suya bırakıyorum. Yedi yaşındayken hayal meyal hatırladığım o yumuşacık tortular yine ayaklarımın altından akıp gidiyor.
Pamukkale ve Hierapolis’e Dair İpuçları
- Ulubey Kanyonu’ndan Pamukkale’ye gelmek için iki rota var. Birincisi Denizli tabelasını takip ederek daha hızlı ve rahat olan ana yol. İkincisi ise benim de takip ettiğim; köylerden geçen, daha kıvrımlı ve dar ama manzarası çok daha güzel olan köy yolu.
- Eğer Müze kartınız varsa ücretsiz, yoksa kişi başı 35 TL. vererek antik kenti, havuzu ve travertenleri gezebilirsiniz. Antik havuzda yüzmek ise ayrıca ücretlendirilmiş; 32 TL.
-Hierapolis kentini gezmeden önce bilgilerin çıktısını alın. Ne yazık ki bilgilendirici bir broşür verilmediğinden ve mesafeler uzun olduğundan, kalıntının yanına gidene kadar oranın hangi bölüm olduğunu anlamıyorsunuz.
- Pamukkale travertenlerine girmeyi düşünüyorsanız, yanınıza mayo alın.
- Travertenler arasında en uygunu baştan ikinci olan havuz. Su, bu kısma direk geldiğinden havuzdaki su daha hızlı yenileniyor.
- Pamukkale travertenleri için en fotojenik ve huzur verici manzara gün batımı sırasında yakalanıyor.
Pamukkale’de Nerede Kalınır?
Colossae Spa Hotel: Pamukkale travertenlerine çok yakın olan, Karahayıt bölgesinde bulunan termal bir otel.
Karahayıt Mah. 112 Sok. No:4 Pamukkale
Telefon: 0 258 271 41 56
Salda: Issızlığın Ortasında, El Değmemiş Bir Göl
Salda Gölü’ne doğru, merak ettiğim sorularla, bilinmezlik ve heyecanla yeniden yola koyuluyorum. Aklımda, “Türkiye’nin Maldivler’i” ile “yeryüzündeki Mars” benzetmesi arasında bir görüntü var. Bir yandan da beklentimi çok yüksek tutmamaya çalışıyorum.
Burdur’dan sonra, Yeşilova tabelasını görene kadar çevrede sanki hiçbir şey var olmamış gibi. Ağaçların dışında, ufukta hiçbir şey gözükmüyor; ne bir köy ne de yaşama dair herhangi bir kanıt… Dört bir yanı çevreleyen büyük düzlüklerden, sadece bulut gölgelerinin yansıdığı ovalardan, sürekli kıvrılan ve nereye gittiği kestirilemeyen yollardan geçiyorum. Aniden önüme keçi sürüsü çıkıyor, rahatlıyorum: Burada yaşam var! Yeşilova tabelasını görmemle birlikte, uzakta bir köy, yol kenarına sıralanmış tek tük işletme ve nihayet bir yerden bir yere giden insanlar karşıma çıkıyor. Yeşilova’yı geçtikten sonra, Salda tabelalarını takip ederek, sonu yokmuş gibi gözüken masmavi bir açıklığa doğru ilerliyorum. Karşımda uzanan Salda Gölü, o kadar büyük ki yaklaştıkça daha da uzaklaşıyor sanki benden. “Üç Adalar” tabelasının olduğu yerden gölün kenarına sapıyorum ve bembeyaz kayaların üzerinde, kendimi bambaşka bir gezegene ışınlanmış gibi hissediyorum.
Salda Gölü, Burdur ve Yeşilova sınırları içerisinde bulunuyor. Ormanlar, kayalık araziler ve ovalarla çevrili bir göl olduğu için saklı bir cennet gibi. “Geçerken tesadüfen keşfettim” diyebileceğiniz bir göl değil. Bu nedenle, hem gölün çevresi hem de Yeşilova ilçesi bugüne kadar bakir kalabilmiş. Etraftaki doğal yapı bozulmamış ve gölün çevresine sanki hiç el değmemiş. Yerlilerin yaşamını sürdüğü Doğanbaba Köyü ve Salda, gölün en yakınında yer alan bölgeler.
Salda, Türkiye’nin en derin gölü. Araştırmacıların bulgularına göre; gölün çevresindeki magnezyum içerikli beyaz kayalar, Mars’taki yüzey özelliğine çok benziyor. Bu yüzden, bu gölün çevresi Mars’a benzerliğiyle anılıyor. Ayrıca tektonik bir göl olması ve kireçtaşı yamaçlarla çevrilmesi gölün doğal güzelliğini daha da ilginç kılıyor. İçinde magnezyum, manyezit ve kil bulunan ılık suyuna dokunduğunuz anda ellerinizin yumuşacık olması da bir diğer etkileyici özelliği. Gölün yer yer turkuaz ve beyaz rengi, ufalanmış bembeyaz Kavala kurabiyesini andıran kumsalı ve suların çekilmesiyle ortaya çıkan yedi beyaz adası, size bugüne kadar gördüğünüz göllerden daha farklı bir deneyim yaşatacağının garantisini veriyor.
Salda Gölü’nün, tenimi ve ruhumu kadife gibi yumuşatmasından sonra dingin bir şekilde yeniden yollara düşüyorum. Bu defa eve dönüş için hareket eden arabanın camını sonuna kadar açıp, rüzgarı hissederek manzaraya bakıyorum. Ağaçlara, alçaktan uçan kuşlara ve dünkü aynı yerden geçen o sürüye… Salda’yı, Yeşilova’yı ve birkaç ovayı daha ardımda bırakırken görüntülerin akışı git gide hızlanıyor. Halbuki yol hiç bitmeyecek gibi, yavaşça uzanmıştı önümde. Upuzundu. Yapacağım yeni yolculukların hayaliyle, menzilleri birbirine bağlayan kıvrımlı yolları ve benimle paylaştığı güzel hikayeleri ezberime kazıyorum.
Salda Gölü’nde Nelere Dikkat Etmeli?
Salda Gölü biraz temkinli davranmayı gerektiriyor. Her yerde uyarıların olması ve daha önce boğulma vakalarının yaşanması sebebiyle dikkat etmek gerek. Yüzeyi sert olan kısımlar tercih edilmeli, eğer ayağını bastığında içe çöküyorsa kıyı kısmı tercih edilmemeli.
Kesinlikle açılmamak gerekiyor, suyun dibi yer yer gözükmediği için nerenin derin ve tehlikeli olacağı belirsiz. Bu nedenle olabildiğince kıyıda, yüzme keyfinden öte suyun tene temas etmesiyle yetinebileceğiniz bir deneyime hazırlanmak daha makul olur.
Salda Gölü’nde Nerede Kalınır?
Hotel Lago Di Salda: Salda Gölü çevresinde yer alan tek otel. İçinde sauna, havuz ve hamam bulunan otelin göl manzaralı odaları mevcut.
Kayadibi Mahallesi
Telefon: 0532 132 33 15
Yeşilova Halk Plajı Bungalovları ve Çadır Alanı: Belli bir ücret karşılığında sahilde yer alan bungalovlarda, kamp alanındaki çadırlarda veya kendi getirdiğiniz çadırda kalabilirsiniz. Etrafında yeme-içme için tesis, duş kabini, tuvalet gibi olanaklar mevcut.
Doğanbaba Plajı: Sakinlik arayanlar için uygun bir kamp alanı. Gün doğumunu iyi gören noktalardan biri. Sadece kendi çadırınızı, giriş ücreti vermeden kurabiliyorsunuz. Çevresinde herhangi bir tesis veya duş alanı bulunmuyor.
Salda Gölü'ne Nasıl Gidilir?
-Özel aracınızla seyahat edecekseniz, Burdur-Yeşilova güzergahını takip etmelisiniz. Yeşilova’yı geçtikten sonra Salda tabelalarını göreceksiniz.
-Toplu taşımayla ise Burdur’dan düzenli seferler düzenleniyor.
Unutmayın!
- “Maldivler - Üç Adalar” tesisinin tabelasından devam ederseniz, “Mars” benzeri yüzeyi olan kıyıyı ve üç adaları da kapsayan göl manzaralarını görebileceğinizi,
- Balçıklı olmayan ve sert zeminli kısımlardan göle girmenin daha güvenli olacağını,
- Maldivler – Üç Adalar tesisinin ve Salda Tabiat Parkı plajının göle girmek için daha güzel seçenekler olduğunu,
- En güzel gün doğumunun Doğanbaba Plajı önünden izlenebildiğini,
- Gölün faydalı suyundan veya kilinden doldurmak için yanınızda şişe bulundurmayı,
- Araba yolculuğuna uygun olan Salda için, yol playlist’i hazırlamayı,
- Gece serinliğine karşı yanınıza kalın giysiler almayı unutmayın.
Ne, Nerede Yenir?
Pideci Sami: Doğanbaba Plajı’nda yer alan pidecinin ağaçlar altına atılmış birkaç masası var. İncecik, çıtır kuşbaşılı ve kaşarlı pideleri yanı sıra kiremitte alabalığı da öneriliyor. Her gün 20:30’a kadar açık.
Telefon: 0537 605 60 78
Sultan Pınarı: Denizli-Yeşilova yolu üzerinde, göl manzaralı tesiste Salda’nın en meşhur tatlarından alabalık ya da çoban kavurma yiyebilirsiniz. Ayrıca tesis içinde bulunan, Eşeler Yaylası’ndan gelen buz gibi pınar suyundan içmeyi unutmayın.
Telefon: 0533 384 40 45
Rotaya Dair İpuçları
-Bu gezi, “Uşak, Karahallı, Ulubey, Bekilli, Çal, Sakızcılar, Uzunpınar, Dağmarmara, Karahayıt, Denizli-Pamukkale, Burdur ve Salda Gölü” rotası izlenerek yapılmıştır. Konaklama yerleri Karahallı, Pamukkale ve Salda Gölü olacak şekilde, 3 günde tamamlanmıştır.
-Karahallı’da herhangi bir konaklama tesisi bulunmadığından, kalacağınız yerleri “Uşak-Pamukkale-Salda” olacak şekilde ayarlayabilirsiniz.
-Ulubey’den sonra “Denizli” yolunu takip ederek, yol üzerindeki küçük köylere (Çal, Sakızcılar, Uzunpınar, Dağmarmara, Karahayıt) uğrayabilirsiniz. Köy yollarında gözleme ve pideciler, testi, peştamal, havlu satılan yöresel dükkanlar mevcut.
-Özellikle “Karahallı ve Dağmarmara”, manzaraları ve kendine özgü gelenekleri devam ettirmesi bakımından en ilgi çekici köyler arasında.
-Bu rota araba yolculuğu düşünülerek oluşturuldu. Eğer yalnızca toplu taşımayla gerçekleşecekse, Uşak-Karahallı-Ulubey-Pamukkale ve Burdur üzerinden Salda ile rota tamamlanabilir.