top of page

BEYOĞLU'NDA ESNAF OLMAK
Beyoğlu’nda Bir Gezgin, Dört Esnaf, İki Araştırmacı, Ortak Hafızanın Peşinde

foto10.jpg

Aposto Soli 'Aidiyet' Temalı Basılı Dergisi için Yazılmıştır.  // Ekim 2024. 

İlmek ilmek işlediğim bir ilişkim var Beyoğlu’yla. Bazen onu çok seviyorum; sorgusuz, sualsiz. Bazen de yabancılaşıyorum; aramıza duvarlar, betonlar ve hiç tanımadığım yüzler giriveriyor. Halbuki çok da geride değil Alkazar Sineması’nın biletlerini hatıra diye sakladığım, Robinson Crusoe’dan kitaplar biriktirdiğim, Atlas’tan sinema afişi arakladığım, kuzenlerimle İnci Profiterol’un daracık girişinde sıra beklediğim, Roxy’de konser yolu gözlediğim, Lebon’un masalarında Demir Özlü’yü anarak edebi düşler kurduğum, Babylon’un kapısı önünde arkadaşlarla ayaküstü lafladığım, Özkonak’ın binasını örten sarmaşıklara her mevsim şaşırdığım, bahar gelse de Zencefil’in baharat kokulu avlusunda otursam dediğim, Denizler Kitabevi’nin denizci haritalarına hayretle bakındığım o günler. Dünün en canlı anıları, benim için daima Beyoğlu’nda hayat bulmuş gibi. Orada büyüyen, orada yetişkinliğe adım atan, orada ilk aşkını ve hayal kırıklıklarını yaşayan çocuk, üzerinden yıllar geçse de halen arıyormuş meğer; bulmaktan korktuğu ya da zaten artık bulamayacağını bildiği her şeyi. 

Mesele elbette sadece bir mekanın kapanması ve yerine bir yenisinin açılması değil. Bu konunun kapladığı alan, kişisel olarak benim Beyoğlu belleğimde yer edenler kadar da değil. Esas sorun mekanın içerdiği bellek ve kültürel değerlerin bireysel ve toplumsal katmanlarda hızla silinmesi. Hem zihinsel hem telefonlardaki haritalarımıza kayıtlı birçok mekanın, bugün “kalıcı olarak kapalı” gözükmesi. Ve bugün, “ah, vah” etmenin ötesinde elimizde kentin belleğinde önemli yer tutan mekanların geleceğine dair ne yapabiliriz, bu mekanların arkasındakiler bu dönüşümün içinde ne arıyor, ne planlıyor  sorularını sordurtuyor bana. 

 

Sosyokültürel ve sosyoekonomik değişim ve bunun sonuçları belki de her kozmopolit şehir için kaçınılmaz fakat bu değişim içinde geçmişten bugüne, bugünden geleceğe aktarılması gerekenleri, kültürel temsilleri nasıl ayırt ediyoruz? Kitlesel talepler mi bu değişime yön veriyor yoksa rantsal iştah mı? O halde bir mahali sadece tüketim odaklı mekanlarla doldurmak da mübah olabilir mi? Sokakların atar damarları dükkanlar ve esnaflar, bu denklemin neresinde? Ya biz, belleğine sahip çıkmak isteyenler?

 

Kafamda bunun gibi onlarca soruyla, hayatımın her döneminde, her zaman bana elini uzatmış olan Beyoğlu’na gittim. Tramvaya bindim, kilise avlularına girip çıktım, turşu suyu içtim, sahaf gezdim, kitap aldım; kitabın sevdiğim bir sayfasını kıvırdım. Bir dükkanın ambalaj kağıdını kitap ayracı yaptım. Tanıdık yüzleri selamlayıp bir nebze rahatlattım içimi. O sırada caddeden geçen tramvayın çın çın sesleri, sanki ilk kez duyuyormuşum gibi gülümsetti beni. Neyse ki yüzyıllık sesler değişmiyordu Beyoğlu’nda. Sonra “geride kalanlarla” ve sokaklarına ses veren dükkanların arkasındaki isimlerle koyu bir esnaf çayı eşliğinde buluştuk. Bugüne ve yarına dair söyleşirken, düne de sıkça takılıverdi kelimelerimiz. Beyoğlu’nda tuttukları yerle şehrin bugünkü nabzına dair söyleyeceklerini tarihe not düşmek üzere. 

Dönüşümün tam ortasında: Lokanta Helvetia 

 

Bu kez, tezgahında sunulan yemeklerinin hayalini kurarak değil, sorularımı sormak için çalıyorum Helvetia’nın kapısını. Asmalımescit çevresinde ev yemeği dendi mi birçoğumuzun aklına ilk gelen yer burası. Bir nevi hafıza durağı. Geçenlerde lokantalarının yirminci yaşını kutlamış ortaklar Müferra Çakır ve Zeynep Uzel, her zamanki gibi işlerinin başındalar. Pencereler yine buharlı, gelen kokular tok olmama rağmen iştah kabartıyor. Yirmi yıldır bir müesseseyi sürdürebilmek, hem de Beyoğlu gibi bir yerde nasıl mümkün diye sorarak başlıyorum sohbete. Müferra “Elbette hiç kolay değil, özveri gerektiriyor. Bir kez bile burayı boş bırakmadık. İkimizden biri akşam dükkan kapatılana dek mutlaka işin başında. Bugünün zorlukları hemen hemen buradaki tüm esnaf için aynı. Bir yandan fiyatları artırmamak için direniyoruz bir yandan da artan fiyatlara rağmen kaliteden ödün vermemek için aynı malzemeleri kullanmayı sürdürmeye çalışıyoruz.” diyerek sadece Beyoğlu’nda değil, İstanbul hatta Türkiye’deki birçok müdavim lokantasının durumunu özetliyor. 

 

Tabii Beyoğlu, Türkiye’nin kalanından sembolik bir merkez noktası olarak ayrılıyor. Bir Beyoğlu sakini olarak son 20 yıldır ekonomik koşulların dışında sosyal ve politik her bir “olay” kapısını tıklatmış Helvetia’nın.“Düşünün ki böyle bir konumda her şeyin cereyan ettiği bir yerdesiniz. 2000’lerin başında gece yarısına kadar açık kaldığımız ve dışarıdaki masaların dolu olduğu günleri biliriz. Turist kaynardı burası. Profilin geri kalanını Erasmus öğrencileri ve mahalleli oluştururdu. Artık o kadar turist yok. Diğer yandan 2000’lerin ortalarında, Asmalımescit’te dışarıda yer alan masa ve sandalyeler toplatıldı. Bu da tabii küçük bir işletme olarak bizi olumsuz etkiledi. Sonra malum, Gezi yaşandı. Arkasından şehirdeki patlamalar, beraberinde turistlerin çekilmesi ve pandemi… Böyle bir akışta devam edebilmemiz bile bir şans. Ne mutlu ki o da bu lokantaya gelen müdavimlerimiz sayesinde mümkün oldu.” sözleriyle Zeynep, son 20 yılın bir özetini geçiyor. Bildiğimiz dertlerin bir işletme gözünden seyrini anlatıyor. 

 

Zeynep ve Müferra’ya göre yalnızca orada yaşayan insanlar ve talepleri mahalledeki mekanların dönüşümü etkilemiyor. Mekanlar da aynı şekilde edindikleri müdavimleri aracılığıyla mahalleye gelen kitleyi şekillendiriyor. Örneğin 2000’lerin başında açılan, Selim Sesler’in çıktığı bar olarak da anılan Badehane, Tünel ve çevresini canlandırarak eğlence sektörünü bu çevrede başlatan işletmelerden biriymiş. Lokal, Babylon, Otto, Sofyalı 9 gibi mekanların da dönemsel katkıları olmuş Tünel’e. Bunlar ve daha birçok mekan ve müdavimleri, Tünel’in ve Asmalı’nın zaman içindeki devinimini etkilemiş ve ayak izlerini bırakmış. Müferra da mekan, müdavim ve mahalle arasındaki ilişkiyi şöyle anlatıyor: “Sokakların ruhu, müdavim mekanları sayesinde oluşuyor. Asmalı’nın halen severek gittiğimiz meyhanesi Asmalı Cavit, aklıma gelen ilk örnek. Bir başka örnek ise 2023 yıl sonu ne yazık ki Beyoğlu’na veda etmek zorunda kalan komşumuz Sofyalı 9. Bu gibi yerler müdavimleri için yeme içme noktalarından öte, sosyalleşilen ve eş dostla vakit geçirilen yaşam alanları. Kimisi mahalleye sadece bu mekanlar için geliyor. Dolayısıyla kendi müdavimlerini yaratmış bu mekanlar kapanınca, o sokaklardan ve bölgelerden el ayak çekiliyor. Bu da haliyle mahallenin insan profilini etkiliyor.” 

 

İhtiyaçlar, kültür politikaları, ekonomik koşullar değiştikçe Beyoğlu tarihi boyunca bir dükkan kapanmış, bir başkası açılmış. Helvetia’nın da yer aldığı General Yazgan Sokak da gidenlerin, kalanların ve el değiştirenlerin bol olduğu bir sokak. Helvetia’nın açıldığı sene, tadilat esnasında cephe duvarında ortaya çıkan Bierhalle Helvetia yazısı da bu dönüşümün bir ayak izi. Helvetia’nın duvarında İsviçre Birahanesi olduğu yıllardan kalan duvar yazısını gördükten sonra lokantada bira isteyen turistlerin bu talebine karşı hem dükkanın tarihine referans veren hem de mahalledeki dayanışmaya örnek bir çözüm bulunmuş. Lokantanın karşısında barın masalarında gündüz mekan boşken Helvetia müşterileri ağırlanmış. Böylece hem mekanın tarihi aktarılmaya devam edilmiş hem de bugünkü komşularla ilişkiler kuvvetlendirilmiş. Devir teslimi değerlendirirken esas soru, birbiri üzerine açılan yerlerin birbirleriyle nasıl diyaloglar kurdukları. Aynı masayı paylaşsalar, mahalleye dair konuşabilecekleri ortak bir dil geliştirilebilir miydi? Gelişirse nasıl olurdu?

Turistik bir semtte esnaf olmak

 

Tünel’den sonra Galata’nın “iyi korunmuş” bir caddesindeyim. Serdar-ı Ekrem, bölgenin diğer sokaklarına kıyasla kalabalıklardan pek haz etmez. Apartmanlar artık “Muhsin Bey” filmindeki gibi köhne değil, bakımlı ve göz alıcıdır. Kuleye yakın-uzaklardandır. Gün geçmez ki burası da bölgenin gidişatından etkilenmesin. Cadde üzerinde yer alan en eski kafe Mavra’nın artık boş kalmış yerine bakıp caddenin görece yeni-eski sakinini ziyaret için yola devam ediyorum. 

 

12 yıldır üretim yapan moda markası Civan Bay Moda Evi de birkaç sene önce dükkanını Çukurcuma’dan bu caddeye, Braunstein Apartmanı’na taşıyanlardan. Civan’ın yaratıcılarından Bahar (Gözkün), 2017’de buraya taşınmadan önce Serdar-ı Ekrem’in her şeyin hızlı tüketildiği ve aşırı turistik bir yer olduğunu düşündüğünden ve bu durumun onu kaygılandırdığından bahsediyor. Fakat sonra fark ediyor ki cadde, sadece kuleyi görmeye gelen turistlerin es geçtiği bir nokta. O günden bu yana neler değişti diye sorunca tanıdık bir zaman çizelgesinden bahsediyor:“Taşındığımız dönem Arzu Kaprol, Bahar Korçan gibi isimlerin butiklerinin olması bizim için bir avantajdı. Herkes bu caddeye bu mağazaları bulacağını bilerek gelirdi. Sonra o butikler bir bir buradan taşındı. Üzerine şehirde patlamalar ve pandemi gibi felaketler eklenince bölgede değişim giderek kaçınılmaz oldu.”

 

Bahar ve markanın kurucusu Kerem (Küçükgürel) çalışkan bir ikili. Bir dükkanı haftanın altı günü açık tutmakla işin bitmediğini, çokça emek gerektiğini birebir onları gözlemleyerek öğreniyorum. Civan’ın ana akım, herkese hitap eden bir marka olmayışı, böyle sükseli bir caddede varlıklarını sürdürmelerini nasıl etkiliyor merak ediyorum. Bahar, yaptıkları işin yavaş ve kaliteli olmasının belirli bir hedef kitlede karşılık bulduğundan bahsediyor. Dükkana gelen her bir müşteriyle birebir ilişki kurabilmenin, tek tek isteklerini dinlemenin bir fark yarattığı, dolayısıyla bunu arayanların dükkanın kapısından içeri girdiğini söylüyor. Diğer yandan yıllar içinde hedef kitlenin ve ihtiyaçlarının da değiştiğinden söz ediyor: “Eskisi gibi koleksiyonumuzdan parçaları görüp gelen, daha renkli, cesur modeller seçen alıcı kitlesi artık yok. Gelenler daha düz, gri-siyah takımlar istiyor. Bu belki de mahalledeki demografinin ve sosyokültürel değişimin bir yansıması.”

 

Bahar’a göre görece makro politikalar, mikro ölçekte esnafı ve yerel markaları farklı konularda etkiliyor: “Beyoğlu’nun giderek aynılaşması, vitrin anlayışının bile kalmaması, ki eskiler çok iyi bilir İstiklal Caddesi demek vitrin tasarımı demekti, tasarım haftası gibi etkinliklerin azalması yerel markaların sürdürülebilirliğini negatif yönde etkiliyor. Bir bellek silme çabası da söz konusu. Bilinçli gerçekleştirilen bir kültürel değişim var. Bu da haliyle semtlere ve oradaki üreticilere yansıyor.” Bu bilinçli kültürel değişim ve güncel siyasi durumun, turist kalabalığının yoğun olduğu Galata’da tasarım ürünler satan bir dükkan sahibi gözünden nasıl okunduğunu merak ediyorum. Bahar, eskiden dünyaca tanınmış markaların tasarımcılarının İstanbul’a ilham almaya ve buradaki tasarımcılarla tanışmaya geldiklerinden, hatta Civan’a da uğradıklarından bahsediyor ve ekliyor: “Ne büyük bir motivasyondu. Bir süredir İstanbul’a böyle bir ilgi pek yok maalesef. Bazı yabancı arkadaşlarımdan öğreniyorum ki birçok kişi Türkiye’ye politik bir tepki olarak gelmek istemiyor; kendince belli konularda alınan kararları boykot etmeyi seçiyor.” 

 

Güncel koşulların müşteri ve turist profilini bu şekilde etkilediği bir senaryonun üzerine bir de ülkede stabil bir ekonomi politikasının olmaması, sattığı ürünü kendi üreten esnafın istikrarlı üretim yapmasını kısıtlıyor. Durum böyle olunca Bahar ve onun gibi düşünenler, makro dönüşümleri beklemeden kendi içlerinde sorunlara mikro çözümler buluyor. Örneğin Civan ekibi çareyi koleksiyon parçalarını belli bir sayıda tutmak ve daha risksiz adımlar atmakta buluyor. Buna ek olarak da mahalledeki diğer esnaflarla dayanışmaya tutunuyorlar. Bahar, caddedeki her esnaf ve mağaza çalışanıyla dirsek temasında olduklarının altını çiziyor:“Serdar-ı Ekrem’in ruhunu korumak için hep birlikte emek harcıyoruz. Buna dükkan önlerini süpürmek de dahil, etrafı güzelleştirmeye çalışmak da bir ihtiyaç olduğunda birbirimize destek olmak da.” Bana kalırsa bu yardımlaşma ve dayanışma, kalıcı olma niyetinin bir göstergesi. Mahallede bir esnafın dükkanının çevresini güzelleştirme çabası, komşularla iyi ilişkiler kurmak için emek vermesi de bölgenin sosyokültürel hafızasına bir katkı. 

 

Kendi çözümünü kendi üretenlerden biri de Alman Kitabevi ve Kafe’nin sahibi Thomas Mühlbauer. Thomas “Eğer kafe kısmını açmasaydık, tek başına bir kitapçı olarak geçinmemiz imkansızdı” dediği kitabevini 90’lardan beri işletiyor. Bu dediğini doğrular nitelikte bir örnek caddedeki 30 yıllık serüveninden sonra artan kiralar sebebiyle yerine veda etmek zorunda kalan Denizler Kitabevi. Şimdi yerinde ise birbirinin benzeri ürünler satan bir bijuteri dükkanı var. 

 

Esnaflarla sohbetlerim bittiğinde aklımda bir başka soru beliriyor: Organize yürütülen mikro projeler ve prensipte birleşen esnaf arasındaki dayanışma, büyük şehir sakinlerinin atik savunma yöntemleri olabilir mi? İstanbul gibi bir şehirde ne kadar etkili sonuçlar doğurur, aşağıdan yukarı bir dönüşüm nasıl benimsenir?

Beyoğlu ve çevresindeki saha araştırmaları bize neler söylüyor?

 

Beyoğlu esnaflarıyla görüşmem sonrasında, “Beyoğlu dönüşümünü” bir de bu bölgeyi en ince detaylarına kadar ele alıp saha çalışamları yapmış bir ekiple konuşmak istiyorum. İBB Beyoğlu Senin oluşumundan yüksek şehir plancısı Gözde Ağartan Ünaldı ve Burcu Yanar Cuzdan’a sorularımı yöneltiyorum. Beyoğlu’ndaki dönüşümü özetlerken merkezi hükümet ve turizm politikalarına; özellikle de turizm odaklı yatırımların (Haliçport, Galataport vb.) bu bölgeyi özgün kılan çeşitliliğe, kültürel üretim ve kamusal niteliğin ve hafızanın kaybolmasına etki ettiğine dikkat çekiyorlar. Bununla beraber “Beyoğlu’nun tektipleşmesi, sadece turistlerin tüketimine hitap eden mekansal dönüşümlerin ve zincir mağaza sayısının artmasının sonucu değil. Aynı zamanda toplumsal muhalefetin merkezi olan bu bölgenin kamusal alanlarının her yerinde baskı mekanizması olarak “güvenlik alanları”nın oluşturulması ve yasaklayıcı politikalar da Beyoğlu’nun çoraklaşmasının sebeplerinden biri oldu.” diyerek anlatıyorlar durumu. 

 

Ünaldı ve Cuzdan’a göre, “Beyoğlu’nda yıllar içinde rantsal ve ekonomik temelli alınan kararlar kitlesel taleplerin yönlendirilmesinde önemli rol oynuyor. Soylulaştırma projeleri, günlük kullanım alanlarının değişimi, turizm politikaları, konut alanlarının ticaret ve turizm alanlarına dönüşümü gibi birçok dışarıdan müdahale biçimi kiraların artışı, yerelliğin kaybolması, çeşitliliğin azalması gibi etkileri doğuruyor. Ancak bu ekonomik temelli yaklaşımın yanı sıra birtakım siyasi temelli projeler de Beyoğlu’nun dönüşümünü etkileyen faktörlerden. Örneğin; Gezi Direnişi’nin hemen sonrasında Beyoğlu’ndaki özgür ifade ortamının sert bir şekilde kısıtlanması, güvenlik politikaları kapsamında her yerde gördüğümüz barikatlar, patlayan bombalar gibi birçok etken de bu değişime etki eden parçalar.” 

 

Beyoğlu’nun aktörlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği ve birinin zarar görmesi durumunda bölgenin diğer paydaşlarının da etkilendiği aşikar. Örneğin; “Kuledibi ve Şişhane’deki aydınlatmacılar ve avizeciler, Şişhane ve Galata çevresinde aydınlatma armatürleri üreticileri, Yüksek Kaldırım Caddesi tabela ve pantograf üreticileri, Perşembe Pazarı’ndaki hırdavatçılar, Galip Dede Caddesi’ndeki müzik dükkanları, İstiklal Caddesi ve çevresindeki sahaflar, kitapçılar, yayınevleri, Tarlabaşı ve Dolapdere’de mankenciler ve perukçular vb. bulunduğu mekânla bütünleşmiş” aktörler ekosistemin birer parçası. Fakat 2000’lerin ortalarından itibaren, birçok aktör “Yenileme Kanunu, Borçlar Kanunu ve Afet Kanunu” gibi yasal düzenlemelerden dolayı tahliye edilmek zorunda kalıyor. Bunun sonucunda, esnaf çeşitliğinin kaybolması ve hafıza mekanlarının kapanması kaçınılmaz oluyor. 

 

Tüm bunların arasında içime biraz su serpen bir noktaya dikkat çekiyor Ünaldı ve Cuzdan. “Beyoğlu halen çok farklı kültürden insanların buluşma alanı. Özellikle kadın mücadele tarihi açısından Beyoğlu’nun merkezi vazgeçilmez alanlardan biri olmaya devam ederken Beyoğlu’nda sosyo-kültürel çeşitliliğin tekrar sağlanabilmesi açısından umut vadediyor.”

 

Peki, Beyoğlu’nda yaşanan tüm bu küreselleşme ve turizm politikaları ile dayatılan tektipleşmeye karşı projelerde ne gibi çözüm önerileri yer alabilir? Beyoğlu kültürü ve hafızasında yeri olan her bir aktörün ve yerel işletmelerin korunması nasıl sağlanabilir? diye sorduğumda, İBB Beyoğlu Senin projesi kapsamında, bu işletmelerin korunabilmesi için "Beyoğlu Senin Sertifikasyon Sistemi”nin geliştirilmesi, “Hafıza Mekanı Niteliğindeki İşletmeler Haritası"nın oluşturulması gibi projeler geliştirildiğini öğreniyorum. Ayrıca, Beyoğlu’nun üretim kültürü, İstanbul’un hafıza mekanları, özgün işletmeler, aşırı turistikleşme, kayıtdışılık, güvenceli ve sağlıklı istihdam olanaklarının yetersizliği, sektörel eğilimler gibi başlıkların incelendiği “Üreten Beyoğlu” teması altında yerel ekonomik değer üretimine katkıda bulunmak, sektörlerin sorunlarını tartışmak ve ekonomik çeşitliliği desteklemek için çeşitli politika ve projeler üretildiğini. 

 

Son yıllarda Beyoğlu’nda tüketim odaklı yerlere daha çok yatırım yapılmasıyla, eskilerin tabiriyle “Beyoğlu’nun altın çağı”nın; sinema, tiyatro, opera-bale gibi kültürel etkinliklerin çekim merkezi olduğu günlerinin geride kaldığını gören biri olarak, kültür sanat alanında ne gibi somut adımlar atılabilir, merak ediyorum. Ünaldı’ya göre bu ancak Beyoğlu kültür sanat ekosisteminin özgün karakteri korunarak gerçekleşebilir. “Bölgedeki kültür sanat üreticilerinin mekanlarında görünür olmalarının sağlanması ve tanıtım konusundaki yetersizliklerin giderilmesi, mekanlarında sürekliliklerini sağlamak yönünde destek mekanizmalarının ve işbirliği olanaklarının geliştirilmesi gerekliliği” öne çıkıyor. “Yaratıcı Beyoğlu” teması altında “Özgün ve Çeşitlilik Sunan, Etkileşim Olanakları Güçlendirilmiş Kültür Sanat Ortamı” politikasını gündeme taşımışlar. Ayrıca Beyoğlu’nun kültür sanat atmosferinin canlandırılmasına yönelik olarak bölgede üretim yapan sanatçıların, araştırmacıların ve üreticilerin bir araya gelebilecekleri “ortak mekan ve diyalog alanının” oluşturulması amacıyla Beyoğlu Sanat Merkezi açılması önerisini sunmuşlar. İlçe genelinde 7 noktada önerilen Beyoğlu Atölyeleri projesi de buna dahil. Dilerim, Beyoğlu Senin ekibinin 2 yıl süren saha araştırmaları sonucunda ortaya koydukları bu öneriler hayata geçer ve hafızamızdaki “eski Beyoğlu’na” kavuşuruz. 

 

Diğer yandan hem yerel üretimi ve ekonomiyi desteklemeye devam edip hem de bölgenin değerlerini koruma altına alarak bölgeyi daha cazip bir hale getiren proje örneklerine bakabiliriz. Zanaatkarları görünür hale getirmek, zanaatkar ve tasarımcıların birlikte çalışmaya olanak sağlamak üzere bir harita sistemi yaratan Crafted in Istanbul ya da Mekanda Adalet’in geliştirdiği “Yıkılmadım Ayaktayım Haritası” gibi makro çözümleri beklemeden arşiv çalışmasına ve çözüm sürecine kendi başlayanlar da sivil Beyoğlu severler olarak yapabileceklerimiz için başka bir ilham kaynağı. 

 

“Aksaklıklarının zamanla düzeleceğini umduğu bir kentte”...

Selim İleri, şöyle yazmış İstanbul Yalnızlığı kitabında: “Doğup büyüdüğü, güzelliklerini unutamadığı, aksaklıklarının zamanla düzeleceğini umduğu bir kentte, bir insanın, hele bir sanatçının günün birinde yabancı gezgin gibi dımdızlak kalıvermesi herhalde sevindirici duygular uyandırmıyor.” İşte, ben de bazen yabancı bir gezgin gibi dolaşıyorum Beyoğlu sokaklarında. Korkarak geçiyorum en sevdiğim anı mekanlarının önünden, ya bir gün kapanırlarsa diye. Hafızamda biriktirdiklerime, en sevdiğim yazarlara ve onların satırlarındaki İstanbul’a sığınıyorum sonra. Doğduğum ve yaşadığım bu kente iyice yabancılaşmamak adına. 

 

1950’lerden itibaren siyasi sebeplerle gayrimüslim kesimin Beyoğlu’nu terk etmek zorunda bırakılması, göçlerle birlikte mülklerin el değiştirmesi, turizm ve tüketime dayalı politikalar ve bu bölgenin çevresinde cereyan eden politik olayların Beyoğlu’nu etkilediğini görüyoruz. Bugün geldiğimiz noktada, Beyoğlu’nu yaşayana değil, Beyoğlu’nu tüketene hitap eden mekanların oluşturduğu yaya trafiğiyle dolan İstiklal Caddesi, üzerinde tektipleşen dükkanlar, artan müdavim-değil-Instagram lokantaları, denize nazır x-ray cihazları, artık kitapların değil dünya markalarının satıldığı floresan ışıklı dükkanlar; Beyoğlu’nda olduğu sürece yer kapladığı mahallede “dükkanının önünü süpüren ve önüne çiçek eken” yeni ve eski esnaflar, Cavit’in müdavim sofraları, film festivali zamanı sinema önleri, Hasan Fehmi’nin turist kalabalığı, Türkiye şaraplarının dünyaya açıldığı Comedus’un masaları, burada hepsi yan yana ve karşı karşıya. Kimisi tanıdık kimisi yabancı, her biri, her gün yeniden Beyoğlu belleğimize işleniyor. Beyoğlu’nda mahalleler içinde dayanışmanın ve küresel ihtiyaç dayatmalarına karşı yerel üreticilerle beraber direnişin önemi de apaçık. Belediyenin, orta ölçekteki ya da aracı kurumların bölgeleri korumaya alan ve destekleyen projeler geliştirmesinin; İstanbul sakinlerinin, bu bölge ve hafızasında yer edinmiş yerlere sahip çıkmasının, müdavimliklerini sürdürmesinin işletmeler açısından anlamının azımsanmayacak bir etkisi var. Tüm bunlar gerçekleştiğinde “eskiye” tam anlamıyla bir dönüş olur mu bilinmez ama bugünkü durumundan daha kötüye gitmeyeceği kesin. Biz de birer şehir sakini olarak, en azından sevdiğimiz ve halen açık olan işletmeleri terk etmesek,  herkes “kapısının önü” için elinden geleni yapsa, özlediğimiz Beyoğlu’nun “geri dönüşünde” mutlaka bir katkısı olacağını düşünüyorum. 

bottom of page