top of page

KÜLTÜRÜNE SAHİP ÇIKAN ŞEHİR:
MEKSİKO

11.jpg


Yazı & Fotoğraflar - Tempo Travel Kış 2020 sayısında yer almıştır.

Meksiko, yirmi milyonu aşkın nüfusuyla dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri. Buna rağmen, küreselleşmeye kafa tutan, kültürüne sıkı sıkıya bağlı bir karakteri var. Tarihi dokular, şehrin her detayına sinmiş. Sokaklarında dolaşırken spor, müzik ve yeme alışkanlıklarındaki o ‘Meksikalı ruhu’ kolaylıkla hissediyor; şehrin yerel renklerine tanık oluyorsunuz. İşte, lucha libre, mariachi ve sokak yemekleri bu renklerden bazıları.  

Lucha Libre Sporu Karşılaşmaları

Meksikalılar, duygularını kapalı bir şekilde ya da öylesine yaşamıyor. Heyecan, öfke, üzüntü ve neşelerini açığa vurmayı seviyor.  Bir oturup, bir kalkan ve heyecanla çığlıklar atan, küfürler savuran insanların arasında, Arena Mexico’da (lucha libre maçlarının yapıldığı arena) tam olarak bunları düşünüyorum. Belki de kültürel farklılıklardan dolayı, iliklerime kadar hissedemediğim, bir ortak bağ kuramadığım lucha libre maçında, ringde birbirlerinin üzerinden taklalar atarak atlayan adamlara bakıyor ve o adamları destekleyen taraftarların arasında elimdeki acı soslu birayı dökmeden içmeye çalışıyorum. O anki tek derdim temiz ve sağlam bir şekilde bu kalabalığın arasında kalabilmek. Tam o esnada, yanımdaki kız kafasındaki maskeyi aralayıp, kıpkırmızı bir yüzle zıplayarak sevinç çığlıkları atıyor. Belli ki, tuttuğu takımın güreşçisi istediği şekilde bir hamle yaptı. 

Meksiko’nun Doctores bölgesindeki Arena Mexico, 16500 oturma kapasiteli, güreş ve boks turnuvalarına ev sahipliği yapan en büyük kapalı alan. Aylar öncesinden, merakla “Neymiş bu lucha libre?” diyerek biletimi alıyor, hatta bir de bu konularda tez hazırlamış, yazılar yazmış Cesar ile konuya dair daha fazla bilgi edinmek için bir buluşma ayarlıyorum. Gün gelip çattığında, maç öncesi bu geleneğe dair uzun uzun hikâyeler anlatıyor, bir de belgeseller izletiyor bana Cesar. Anlıyorum ki, konu sadece ‘güreş’ ya da ‘spor’ değil. Lucha libre Meksikalıların gururla sahip çıktığı bir değer.

Lucha libre güreşi, 20. Yüzyıl başlarında ortaya çıkmış. Enrique Ugartechea, grekoromen stili güreşini birtakım değişikliklerle serbest usule uyarlayarak, bugünün lucha libre tarzını oluşturmuş kişi. Teknik olarak Amerika’daki maçlarla benzer kurallar içerse de bu güreşin kökleri daha eskilere, Meksikalıların ataları Azteklere dayanıyor. O dönemde, maske takarak iyi (melek) ve kötü (şeytan) arasında temsili muharebeler yapılırmış. Günümüz lucha libre’sinde de iki rakip var; iyi ve kötüyü temsil eden. Rollerse önceden belirleniyor; karakterin iyi ya da kötü olacağı. Renkli maskeler, artistik manevralar güreşin bu topraklarda 1950’lerde iyice popülerleşmesinden sonra abartılmaya başlanmış. İşin şov kısmı da (görsel anlamda alkış alacak hareketler) en az karşılaşmalardaki kazanma hırsı kadar ön plana çıkmış. Ne de olsa, Meksika’da futboldan sonra gelen en revaçta spor lucha libre.

Maç esnasında takılan maskelerin çıkışı da geçmişe dayanıyor. Öncelikle, Meksikalılar yaşamlarında maskeyi türlü amaçlarla zaten kullanıyor. Kutlama, festival ve kırsal alanlarda yapılan bazı ritüellerde köylülerin maske takıp, Tanrı görünümüne büründüğünü görüyoruz. Lucha libre’deyse ilk kez 1933’te, Don Antonio Martinez maçlar sırasında maske kullanmaya başlamış. O sıralarda daha sade, takımları ayırt etmek için farklı renklerde maskeler varmış; yani şimdilerde takılan parlak ve dikkat çekici şekillerin süslediği maskelerin tam zıttı. Bir de manevi bir değeri var lucha libre maskelerinin. Kaybeden güreşçinin maskesi rakibi tarafından çıkarılırsa yenilen kişinin kariyeri orada bitiyor ve maskesi çıktığı için onuru, saygınlığı sona ermiş sayılıyor. Bu sebeple, oyuncular, yenilseler de maskelerinin yüzlerinde kalmasını sağlamak ve günlük yaşamda dahi topluma gerçek yüzlerini göstermemek için çaba harcıyor.  

1942 yılında güreşçi El Santo, üst üste kazandığı müsabakalar sonucunda isminden sıkça söz ettirmiş ve o günün sosyolojik olaylarında adaleti simgeleyen bir toplumsal figür haline gelmiş. Zaten hem kuliste konuştuğum güreşçiler hem de bu konunun uzmanı Cesar’la sohbetim sırasında anlıyorum ki; güreşçilerin yansıttığı rol modeller, halka sergiledikleri duruş ve verdikleri mesajlar en az güreşin kendisi kadar mühim. “Bu maskeyi bir kere giymiş olmak bile öyle bir saygınlık ifadesi ki güreşçiler bu maskelerle geziyor, ruhen güç kazanıyor ve birçoğunun gerçek yüzü emekli olana kadar ortaya çıkmıyor.” diyor Cesar. El Santo isimli lucha libre güreşçisi, güreş yaptığı süre boyunca maskesi hiç çıkarılmayan nadir güreşçilerden. Ölümünden kısa bir süre önce, ilk kez maskesini çıkarıp, halka yüzünü göstermiş.

2018 yılında, lucha libre resmi olarak UNESCO Soyut Kültürel Mirası listesine kabul edilmiş. Meksikalıların lucha libre geleneklerini bugüne kadar getirebilmelerinin bunda etkisi büyük. Manevi değer taşıyan maskeler, güreşçilerin ringde sergiledikleri yorucu aksiyonlar ve insanların gönülden bağlı oldukları takımlar günümüz Meksiko’sunda öne çıkıyor. Dükkanlar taraftarlar için maske satıyor, birçok mekânda lucha libre güreşçilerinin posterleri asılı… Bir aile içinde aynı takımlardan gelerek lucha libre’yi sürdüren yeni nesiller ata sporlarını yaşatmaya çalışıyor. Bir de yıllardır lucha libre yapan aileler arasında özel bir dayanışma, başları sıkıştığında birbirilerinden yardım isteme gibi durumları var. Bu yüzden, sadece ring üzerinde yaşatılmış bir spordan bahsedemeyiz. Hayatın birçok katmanına sirayet etmiş. 

Ben de gösteri sonuna doğru ortama iyice alışıyor, üzerimdeki yabancılık hissinden sıyrılıyorum. Hem bu serüvenin bir parçası olduğuma seviniyor hem de edindiğim bilgilerle artık bu güreşe sadece bir spor gözüyle bakmayacağımı bilerek arenadan ayrılıyorum. Binlerce insan hep bir ağızdan şarkılar söyleyerek, bardaktan boşanırcasına yağan yağmura aldırış etmeden Meksiko sokaklarına geri dönüyor. Birer birer çıkarılan gizemli maskelerin altında taraftarların yüzleri görünmeye başlıyor. 

Not: Konuya ilgili olanlara Lucha Mexico ve Nuestra Lucha Libre belgesellerini izlemelerini, Super Astro takma isimli emekli güreşçi Juan Ramirez’in sandviç dükkânı El Cuadrilatero’yu ziyaret etmelerini öneririm. 

Garibaldi Meydanı’nda Mariachi Müziği

Meksiko’nun solmamış renklerinden biri de Garibaldi Meydanı’nda karşımıza çıkan mariachi müziği. İspanyolların Meksika’yı işgali sonrasında, 18.Yüzyıl civarında ortaya çıktığı düşünülüyor. 19.Yüzyıl’da ise yerli halk arasında yayılan “son” müziği, zaman içinde değişimlerle bugünkü mariachi tarzına ulaşmış. En az 2 kişiden oluşan orkestralar, binici kostümlerine benzer; tertemiz, ütülü ve özenli takımları içinde müziklerini sergilerken, belki farkında olmadan şehrin karakterine de katkı sağlıyor. Enstrümanlar arasında geleneksel vihuela gitarı, trompet, keman, viyola, bas gitar (guitarron) var. Her ne kadar Garibaldi Meydanı, mariachi müziğiyle eşdeğer olsa da bu kültürün çıkış yeri -birtakım farklı iddialarla beraber- Meksika’nın batısındaki Jalisco olarak kabul ediliyor.  Lázaro Cárdenas’ın Meksika cumhurbaşkanlığını kutlamak için Jaliscolu mariachi müzisyenlerini davet etmesiyle, ülkede bu müziğe olan ilginin arttığı söyleniyor.

Meksika dizilerinden aşina olduğumuz, sevdiği kadını ikna etmek için pencere önüne getirttiği müzisyenlerle ona serenat yaptıran adamın hikayesini az çok biliriz. İşte, bu tip serenatlarda mariachi şarkıları söylenir. Fakat mariachi’nin konusu sadece aşkla sınırlı değil. Halkın kırsal alanda yaşadığı sorunlar, kahramanlık öyküleri, aşk acıları, ayrılıklar, terk edilişlere de değinilir. Ve bazen de neşeye, kavuşmalara… Enstrümantal parçaların arasında en bilinen mariachi formları “ranchera, bolero, ballad, marş, polka ve vals” olarak karşımıza çıkar. 

Meksiko’ya ilk adım attığım günlerde “Acaba çok mu turistik bir aktivite olur mariachi mekânlarına gitmek?” diye düşünürken, Meksikalı bir arkadaşım; “Hayatında nadir rastlayacağın, coşkulu bir müzik şöleni bu!” diyerek beni ikna ediyor. Sonra, bir cuma akşamı kendimi mariachi’nin Meksiko’daki anne kucağı sayılan Garibaldi Meydanı’nda buluyorum. Meydanı doldurmuş aileler, arkadaş grupları, hepsi bir grup müzisyenin başına toplanmış şarkılara eşlik ediyor. Durum şöyle işliyor: Önce hangi müzisyenler olacağına karar veriyor, sonra para konusunda anlaşıp istek parçalar yapıyorsunuz. Aklınızda bir parça yoksa, kendi repertuarlarından çalmaya başlıyorlar. Ve siz “tamam” diyene kadar da devam ediyor müzik. 

1920’lerden bu yana popüler olan mariachi mekanları Garibaldi’de toplanmış. Biz de içlerinden cantina* kültürünün en eskisi; Salon Tenampa’yı seçerek, öncesinde yarım saat sırada beklemeyi göze alıyoruz. İçeri girince, loş ışıklar altında, uzun masalarda yemekler yiyen, şarkılar söyleyen insanları görüyorum.  Aynı anda bir sürü farklı müzik yükseliyor bu masalardan. İlk anda, sanki arı kovanlarının uğultusu içindeymişim gibi hissetsem de bir saat sonra atmosfere adapte oluyorum. Kimi ağlayarak, kimi yanındakine sarılarak, ter içinde ve gözleri kanlanmış bir halde şarkılar söylüyor. Bir masada çalan şarkı, diğer masadaki melodilerle adeta yarışıyor. Kendimi bir ara, yan taraftan gelen Chavela Vargas’ın ranchera tarzında bir şarkısına kulak kabartırken buluyorum. Vargas’ın tanıdık ezgileri, dumanlı yanık sesi, puslu gözleri geliyor aklıma. Biraz ileride, bir arkadaş grubu, masa masa gezip bir trafo vasıtasıyla “elektrik akımı veren” adamı çağırıp el ele tutuşarak düşük voltajda elektrik alıyor. O noktada, gördüklerime inanamıyorum. Endişeli gözlerle baktığımı göre arkadaşım açıklıyor. Meğer, Meksika’da elektrik almak gece bitimine doğru ayılmak için yapılan eğlenceli bir aktiviteymiş. 

Gecenin sonunda, yeniden meydana çıktığımızda artık şehri ruhumun içine sığdırmışım gibi hissediyorum. İçeride yabancı turistten çok Meksikalı görmek de hoşuma gidiyor tabii.  Yüzlerce insan Garibaldi Meydanı’nı doldurmuş. Gözyaşı, hüzün ve huşu içindeler. Anılar, pişmanlıklar, aşklar ve kavuşmalar. Her şey, bu meydanda bir arada. Çalan şarkılar da birbirinden habersiz; bir öfkeli bir durgun, bir yavaş bir hızlı aksediyor meydanın dört bir yanında. O an, gecenin artık gündüzle buluşmayı beklediği saatlerde, Meksiko’nun zıtlıklarla baş döndüren ambiyansına bir kez daha tanık oluyorum. Ruhumda ele avuca sığmaz bir güç, bedenimde tatlı bir yorgunluk ve dilimde Vargas’ın kalbi kırık sözleriyle.

Not: Mariachi müziğinden örnekler dinlemek isterseniz, ülkenin en sevilen Ranchera şarkıcısı Vicente Fernandez’in albümlerini tavsiye ederim. 

Cantina*: İçki yanında hafif atıştırmalıklar yenilen, canlı müzik ve eğlence eşliğinde bir araya gelinen mekanlara verilen ad. 

Sokak Yemeği ve Yemek Pazarları

Meksiko’ya giden herkesin bariz bir şekilde dikkatini çeken bir konu vardır: Sokak yemeği. Neredeyse her sokakta, her köşe başında bir stant veya büfe bulmanız olasıdır. Birbirini takip eden kokular sizi peşinden sürükler ve aç olmasanız dahi bir anda elinizde yiyecek bir şeyler bulursunuz. Bazı kokular tanıdık, bazı kokular yabancı gelir. Bazen de canınız tatmayı pek istemese de dumanı tüten koca kazanın başındaki aşçının, sokağın ortasında ne pişirdiğini merak eder, ona öylece bakakalırsınız. Öyle ya da böyle, Meksiko şehrinde her damak tadına ve her yaşam şekline uygun bir sokak yemeği mutlaka vardır. 

Sokak yemeği kültürünün çıkışı, İspanyolların Meksika’yı işgali öncesine dayanıyor. Sonrasında, endüstrileşme sürecinde de sokak yemekleri giderek çeşitlenmiş. Taco ve elote (sosla servis edilen koçan mısır) gibi hızlı yenebilen atıştırmalıklar öğlen yemeği olarak maden işçilerine sunulmuş. Şimdilerde ise sadece işçiler değil, yediden yetmişe her statüden insan bu tip yemekleri, günün her saati tercih ediyor. Stant kuyruklarında gördüğüm insanların; bir öğrenciden takım elbiseli ofis çalışanına, çocuğunu gezdirmeye çıkan bir ev hanımından yaşlı bir emekliye kadar uzanması da Meksiko’da alışıldık bir sahne. 

Mısır unundan yapılan yassı tortilla ekmeğinin kökleri ise daha eskiye gidiyor. Mayalar ve Azteklerin mısır yetiştirdikleri ve tortilla yaptıkları biliniyor. Hatta, Mayaların mısırın Tanrı tarafından gönderilen kutsal bir ürün olduğuna inandıkları bilgiler arasında. 

Gelelim yeniden günümüze. Meksika’nın diğer şehirlerinde olduğu gibi en doyurucu ve uzun uzun yenen öğünü öğle yemeği. “Antojitos” denilen atıştırmalıklarsa sokak yemekleri sınıfına giriyor. Bu yüzden en fazla çeşitte sokak yemeği sabah, akşam ya da gece saatlerinde bulunabiliyor. Öğlenleri, daha çok oturmalı yerler veya ev yemekleri tercih ediliyor. Bazı stantlar sadece günün belli saatlerinde açık; sahibi gittikten sonra yerine başka bir satıcı geliyor. Dönüşümlü olarak kullanılan belli yerlerin denetimi de o sokakla ilgilenen ve devletle iletişimde olarak vergi, ödeme gibi işleri halleden sokak liderlerinin sorumluluğunda. Yemek satıcıları da günlük kazançlarının bir kısmını onlara aktarıyor. Tortilla ekmeğiyle yapılan taco, tamales, quesadilla ve tlayudas, kaplarda satılan esquites (mısır), pastor (döner) en sık karşılaşılan türlerden. Bir de aklınıza gelebilecek bilumum abur cubur. Bölge ve pazarlara göre bu örnekler farklılık gösterebiliyor.  

Yemek pazarlarının da benzer bir atmosferi var. Kalabalık, iştah açıcı kokuların birbirine karıştığı, her stant başında ocağın sıcağından yanakları al al olmuş satıcıların ve pratik bir şekilde ellerinde yemeklerini yiyen müşterilerin olduğu. Belli bölgelerde kurulup, günün birkaç saati aralıksız çalışan bu pazar tezgâhlarında, sokakta gördüğünüzle hemen hemen aynı içerikte yemekler bulabiliyorsunuz. Fakat bu gibi yerlerde, alan sokağa ya da bir kaldırıma kıyasla daha geniş olduğundan, teknik malzemeler ve sunulan yemekler de daha büyük oluyor. Tencere yemekleri, uzun saatler pişen et yemekleri, geniş ocak ve kazanlar… Bir de oturmak için daha fazla tabure ve masa var. Yani bir nevi, restoranlar alınıp bir pazara yan yana yerleştirilmiş gibi. 

Önleri kalabalık olan stantların daha güvenli olacağı; çünkü ürünlerin çabuk tükenmesiyle daha taze sunulacağı bilgisini aldığım için, daima kalabalık yerler arıyorum. Her gün, dışarıda “ayaküstü” bir şeyler yiyip memnun kaldıktan sonra aslında Meksikalıların neden her öğünde restoranlara ihtiyaç duymadıklarını anlıyorum. Gerçekten kullanılan malzemeler kaliteli, yemekler lezzetli. Bir de benim gibi hijyen takıntılı olanları memnun edecek bir detay var. Her stant, tezgâh ve büfenin bir kenarında dezenfekte jelleri duruyor. 

Birkaç günün ardından ben de çevremde gördüğüm sahneleri iyice kanıksıyorum. Satıcıların kocaman kazanlarda yemek pişirmesi, kadınların şaşırtıcı bir çeviklikle tezgâhta tortilla hamuru açması, hamburgerlerin içine konmak üzere; ani bir hareketle tepede asılı duran ananaslardan bir dilim kesilmesi, birkaç saniye içinde hazırlanan pastor taco’larının küçücük plastik tabaklarda yenilmesi, şık giyimli beyaz yakalıların öğlen aralarında yemek kuyruklarına girmesi, neredeyse her şeyin üzerine misket limonu sıkılması ve gecenin geç saatlerinde bile yemek kokularının geldiği tezgâhların başının karınca kalabalığını andırması. İşte, belli bir süre sonra bu görüntüler o kadar tanıdık geliyor ki bana, artık yediğim yemekler de sanki daha lezzetli oluyor. O noktada, artık kendimi turist değil, bu şehrin yerlisi gibi hissediyorum. Ve şehre veda ederken, bu kültürü çok özleyeceğimi adım gibi biliyorum. 

Meksiko’da Denenmesi Gereken Sokak Lezzetleri

*Ana malzemesi tortilla olan atıştırmalıklar: Taco, tostadas, tamales, quesadilla, tlayudas, sope.

*Tacos al Pastor: İçinde döner ve sos olan minik taco’lar. 

* Elote: Sosla servis edilen koçanda mısır. Esquites: Kaplarda satılan soslu mısır. 

*Cemita: Bir çeşit sandviç olan. İçeriği farklılık gösterebilir.

*Pozole: Yoğun aromalı, etli çorba. 

*Ananaslı hamburger. 

*Küçük büfelerde satılan ve üzerine acı sos eklenen papaya, mango gibi tropik meyveler. 

*Concha: Tatlı ekmek hamuru. Genelde kahvaltı saatlerinde, sepetlerde satılıyor. 

*Horchata: Pirinç sütü. 

*Agua de Jamaica: Hibiskus çiçeği çayı. Genelde soğuk ikram ediliyor.

Meksiko’nun Sokak Yemeği Adresleri ve Pazarları

El Vilsito: “Al Pastor” döner taco’suyla ünlü tacocu büfe.
Av. Universidad, Narvarte Poniente, Benito Juárez

El Huequito: “Al Pastor” döner konusunda iddialı ikinci adres.
Calle Ayuntamiento 21, Cuauhtémoc, Centro

Taqueria El Abanico: Birçok çeşitte taco sunan bir stant.
Gutiérrez Nájera s/n, Tránsito

El Pescadito de Sonora: Karides ve çeşitli deniz ürünlerini içeren taco’lar yapan mekân.
Calle Atlixco 38, Condesa

Hamburguesas a la Parrilla: Ananaslı hamburgerleri lezzetli olan bir büfe.
Morelia 85, Roma Nte., Cuauhtémoc

Los Cocyuos: Tarihi bölgede yer alan küçük taco büfesi.
Calle de Bolívar 54-56, Centro Histórico

Tlacoyo and Quesadillas Colima: Roma bölgesindeki bir köşede, quesadilla ve tlacoyo standı.
Colima 115, Roma Norte

Tostadas In Coyoacán: Kızarmış tortilla “tostadas” çeşitleri olan büfe.
Ignacio Allende S/n, Del Carmen, Coyoacán

Mercado La Merced: Aklınıza gelecek her türlü Meksika yemeğini bulacağınız yemek pazarı.
Calle Rosario s/n, Merced Balbuena, 15810 Venustiano Carranza

Tianquis Sullivan: Sokak yemeğine dair tüm atıştırmalıkları bulacağınız pazar.
136 Calle Gabino Barreda, San Rafael Ciudad de México

Tepoztlan: Meksiko’dan 1.5 saatlik bir otobüs yolculuğuyla varacağınız bu sevimli kasaba, sadece kurulan yemek/el ürünleri pazarı ile değil, doğası ve sokaklarının güzelliğiyle de güzel bir kaçış noktası. 

Not: Bütün sokak yemeği durakları belli saatler arasında (sezona göre değişebiliyor) servis verdiğinden, gitmeden önce kontrol etmek gerekiyor. Çoğu adresin saatleri Google’da belirtiliyor. 

bottom of page