top of page

GİZEMLİ YARIMADA
YUCATAN - MEKSİKA

01.jpg

Tempo Travel Eylül 2018 sayısında yer almıştır.

Yucatán Yarımadası, Meksika'nın güneybatısında, Maya uygarlığının önemli bir merkezi olarak görülüyor. Sadece Maya kalıntılarıyla değil, huzurlu kentleri, insanı gerçeklikten koparıp, doğanın gücüyle yüzleştiren cenote’leri (obruk) ve göz alıcı turkuaz deniziyle uzun süre akıllardan çıkmayacak görüntülere sahip.

Yucatán Yarımadası’ndayım. Burada rengarenk kentler bekliyor beni. Umut dolu bakan çocukların, çiçek desenlerini elbiselerinden eksik etmeyen kadınların, hasır şapkalarıyla bir Meksika filminden çıkmış gibi gözüken yanık tenli adamların, geniş avlulara açılan renk renk masalsı evlerin kentleri… Bir de Maya hikayeleri bekliyor. Her bir detayının gizem dolu hesaplarla oluşturulduğu görkemli piramitler, kutsal top oyunu sahaları, kurban etme törenlerinin yapıldığı kutsal sular, kireçtaşı duvarlar ve o duvarların ötesinde; turkuazıyla meydan okuyan bir deniz. Yucatán’da yaşadığım her an bana, burada duyduğum hikayelerin etkisinin daha uzun yıllar devam edeceğini fısıldıyor.

Tablo Gibi Şehir: Merida

1542’de, İspanyol Francisco de Montejo, Mayaların yaşadığı T’ho kentini ele geçirdiğinde, şehrin mimarisini İspanya’daki Merida’ya benzettiğinden; buraya “Merida” der. Daha sonra Mayalara ait birçok yapı yok edilerek, yerine katedraller ve malikaneler inşa edilir. Yucatán Eyaleti’nin başkenti Merida’ya vardığımızda, o dönemde inşa edilen ve şehrin dört bir yanına dağılan görkemli katedral ve kiliseler gözüme çarpıyor.

Merkezdeki bir acenteden, cenote’lere ve diğer şehirlere rahatça ulaşmak için bir araba kiralayıp, eski ve yeni olarak ikiye ayrılan Merida’nın, eski şehrine doğru yola çıkıyoruz. Pastel renklere boyalı, tek katlı evlerin arka bahçelerinde küçük havuzlar yer alıyor. Bahçeler geniş yapraklı ağaçlar ve rengarenk çiçeklerle bezeli. Evlerin girişlerine birkaç hasır sandalye ve masa konmuş. Sokak aralarında ağaç hışırtısı ve kuş sesleri dışında çıt çıkmıyor. Sanki Meksika’nın bir sayfiye yerine tatile geldik; her an dalga seslerini duyabilirmişim gibi hissediyorum. Büyük şehirlerden sonra geldiğimiz Merida, daha rahat ve yavaş ritimlerle karşılıyor bizi. Bir aylık Meksika serüvenimde, bu şehirden itibaren artık denizi ve yakıcı güneşi, ruhumda daha güçlü hissediyorum.

Merida’nın eski şehir merkezinde, çoğunlukla kolonyal dönemin sonlarında inşa edilmiş, saray, malikane, kilise ve belediye binaları var. Tarz olarak birbirinin benzeri bu binalar, estetik olarak gözleri okşuyor. Ara sokaklarda, gördüğüm evlerin tonlarıyla uyum içinde; çiçek desenli, pamuktan elbiseler giymiş ve saçlarına kumaş kurdeleler takmış kadınlar, kapalı pazar girişlerinde ellerinde file torbalarıyla sohbet ediyorlar. Arada yağmur atıştırıyor. Gördüğüm bu renkliliğe birden, neon renkli şemsiyeler ekleniyor. Yağmur dindiğinde ise şemsiyeler yerini hasır şapkalara bırakıyor. Adım başı karşılaştığımız “guayabera” denilen geleneksel keten gömlekler satan dükkanları, el yazması dükkan tabelaları ve abur cubur satan küçük marketleriyle Merida’ya kanım giderek ısınıyor.

Zocalo Meydanı’nın kalabalığını geçip, her biri birer heykeli andıran ağaçların olduğu Park Plaza Grande’ye geliyoruz. Parkın ortasından bakıldığında, San Ildefonso Katedrali, heybetiyle göze çarpıyor. Banklarda sohbet eden yaşlılar ve güvercinleri besleyen bir anne-kız içimi ısıtıyor. Merida’ya özgü banklara da bu parkta rastlıyorum. Her biri çift yönlü tasarlanan bu banklarda iki kişi birbirinin yüzünü görerek sohbet edebiliyor. Katedralin bulunduğu; Plaza Grande’yi geçip, Francisco de Montejo tarafından 1542’de yaptırılan Casa de Montejo’ya geliyoruz.  Bu malikanenin içinde aileye ait değerli eşya ve mobilyalar sergileniyor. Malikanenin sergi alanına geçip, çok sevdiğim Meksikalı fotoğrafçı Flor Garduno’nun fotoğraflarına denk geldiğimde içim içime sığmıyor.

Merida’da, Meksika’nın diğer şehirlerindeki gibi göz göze geldiğinizde daima selam veren, sohbet eden, sıcakkanlı insanlarla karşılaşıyorum. Bir sohbet esnasında, tavsiye alarak gittiğim Palacio de Gobierno’nun duvar resimlerine bakarken, Merida tarihinde bir yolculuğa çıkıyorum. Mayalar ve İspanyolların iç içe geçmiş kültürleri açıkça seçiliyor. Kolonyal dönemin binaları bir yanda uzanırken, şehrin biraz dışına çıktığınızda Maya yapılarıyla, restoranlarda Maya-İspanyol lezzetleriyle ve sokaklarda geleneksel giysilerle karşılaşıyorsunuz. Bir yanda harmanlanmış bu kültür devam ederken, diğer yanda modernleşme yer yer göz kırpıyor. Geleneksel giysiler dışında küresel modayı takip eden tasarım butikler, yeni yeni açılan konsept kafeler ve daracık yollardan geçmeye zorlanan geniş Amerikan otobüsleri Merida’nın tezat resmini oluşturuyor.

Son akşamımızda, Alma Calma isimli bir restoran-bara uğruyoruz. İçerisi tamamen yerel müşterilerle dolu. Ailece eğlenmeye gelmiş masaları göz ucuyla süzerken, sangria dolu sürahilere ve tekila konmuş dev şişelere hayretle bakıyorum. Aynı Mariachi (geleneksel Meksika sokak bandosu) gecelerinde duygusal şarkılarla hüzünlendikleri gibi; Meksikalılar bu defa sahnedeki müzisyenlerle kendilerinden geçiyorlar. Her bir şarkıya yüksek sesle ve içtenlikle eşlik ediyorlar.

Geceleri şehrin “kalbinin attığı yer olan La Negrita Bar’a geliyoruz. Sahnede Kübalı bir grup marifetlerini sergilerken, bar müşterileri tekila, mezcal ve renkli kokteyller eşliğinde eğleniyorlar. Tavandaki pervaneler altına geçip, pistte dans eden kalabalık giderek çoğalıyor. “Cantina” saati geldiğinde, içkilerin yanına; patlamış mısır, chili serpilmiş patates cipsi, salsalı taco gibi ücretsiz atıştırmalıklar geliyor. Sarı, pembe, yeşil neon ışıklar altında, simli giysiler giymiş ve göz alıcı makyajlar yapmış kadınların ve onları dansa kaldıran erkeklerin kıvrak danslarını izlerken, kendimi 80’lere ışınlanmış gibi hissediyorum. Bizi sakince karşılayan Merida’nın hızlı tempolu bu son gecesinde, coşkulu bir kapanış yapıyoruz.

Casa de Montejo Adres: Calle 63 506, Centro
Alma Calma Adres: Calle 60 442, Centro
La Negrita Adres: Calle 62x 49, 415, Centro

Merida’da Mutlaka


-Merida’ya arabayla 30 dk. mesafede olan Xlacah Cenote’de yüzün. Xlacah, tipik cenote’lerden farklı; daha çok bir gölü andırıyor. Nilüferlerin arasında, ısırarak masaj yapan balıklarla bir arada yüzmek eğlenceli.
-Plaza Grande, Calle 62 çevresinde Pazartesi geceleri saat 21:00’deki bale ve dans şovlarını  izleyin. Salı günleri ise, Parque Santiago’da 20:30’da canlı müzik eşliğinde yerliler (özellikle yaşlı çiftler) dans ediyor.
-La Chaya Maya Restoran’da özellikle Maya yemeklerinden tadın. Jugo de Chaya; ıspanağa benzer bir bitki suyundan yapılan içecekten için.
Calle 57 y 62
-Mi Gusto Es, Meridalıların karides, ahtapot gibi lezzetleri taco’lar eşliğinde yemek için geldikleri bir restoran. Alışveriş merkezinin girişinde yer alıyor, otantik bir atmosferi yok fakat tatlar çok iyi.
Calle Once 356, Santa Gertrudis Copo
-Camaron Caramelo merkeze arabayla 15 dakikada yer alan bir deniz ürünleri restoranı. Samimi atmosferinde, sohbet sever sahibiyle tanışın, pozole de mariscos çorbasından için.
Residencial Montecristo 
-İster, bol salsa soslu tortilla içinde gelen fasulye ve yumurta ile tipik bir Meksika kahvaltısı, ister daha Avrupai tatlar için Maiz Canela y Cilantro Cafe’ye gelin. Girişteki tezgahtan kahvenizi istemeyi unutmayın.
Calle 70 464, Barrio de Santiago
-Merida’nın öne çıkan; sopa de lima çorbası (misket limonu suyuyla yapılan), ticin xic isli balığı ve sokak lezzeti olan krep benzeri; marquesitas gibi tatlarını deneyin.

 

Sihirli Köy Valladolid ve Cenote Keşifleri

Valladolid, en az Merida kadar zamansız bir şehir. Kiliseler, tek katlı -girişinde ev sahiplerinin adının yazdığı- evler, ağaçlarla çevrili temiz sokaklar, kemerli pasajlar, kocaman avluları olan, koridorları karo parkeli malikaneler, şehrin dışında; tüm gizemini binlerce yıla hapsetmiş Maya kalıntıları, kavurucu sıcağın orta yerinde hediye gibi gelen berrak cenote’ler… Hepsi dünü ve bugünü içinde taşıyan ve sizi aynı anda farklı dönemlere yolculuğa çıkaran güzellikte. Özellikle, 18’inci yüzyıl izlerini taşıyan mimariler şehre romantik bir hava veriyor. Yollarda kocaman araçlarla, modern birkaç mekanla karşılaşıncaya kadar, nostaljiyi soluksuz yaşıyorsunuz.

Valladolid, Meksika’nın “Pueblos Magicos” (sihirli köyler) olarak geçen, özenle korunmuş yerlerinden biri. Meksika’nın büyük şehirlerinde bazen hissettiğimiz güvensizlik hissi ve karmaşa burada yok. Herkes ve her şey uyum içinde, sakin ve renklerle dolu. Yüzler genelde gülüyor. Dönem filmlerini andıran sokaklar insana huzur veriyor.

Yucatán’ın doğusunda yer alan Valladolid, Quintana Roo’ya ineceğimiz rotada Tulum öncesi konaklamak için, birkaç saat mesafedeki, Meksika’nın tuz ihtiyacının karşılandığı; “pembe göl” Los Coloradas’a ve yakındaki cenote’lere gitmek için güzel bir nokta. Şehre bir gün ayırarak, Barrio de Candeleria sokağını, bu sokak üzerinde bulunan kiremit rengindeki kilise Iglesia de la Candeleria’yı, atöleye ve tasarım butiklerinin olduğu Calzada de Los Frailes sokağını rahatça geziyoruz. Büyük kent pazarı (05:00-16:00 arası açık) Mercado Municipal de Valladolid, tezgahlardaki rengarenk ürünlerle bir öğleden sonramızı neşelendiriyor. Pazarda gazete okuyan veya oturduğu sandalyede şekerleme yapan satıcılar, birbiriyle şakalaşan müşteriler, “hola” diyerek bize selam veren saçları örgülü kadınlar ve annesinin eteğinden çekiştirerek oyuncak isteyen çocukları izlemesi de ayrı bir zevk. Pazar gezmesinden şehrin en canlı kafelerinden Yarbabuena’ya giderek, kızarmış sebzelerle yapılmış quesadilla’sından ve her masaya pembe, yeşil, turuncu tonlarında gelen -bizim de karşı koyamadığımız- meyveli karışımlarından tadarken dinleniyoruz. Akşam yağmur atıştırmaya başlıyor. Taberna de Los Frailes’in bahçesinde, yağmur sesleri eşliğinde kendimize deniz ürünlerinden oluşan bir ziyafet çekiyoruz. Sopa di Lima çorbası, özel sosla gelen ahtapot ızgarası ve peynirle sunulan kızarmış karpuzu aklımda kalıyor.

Yeni bir günün erken saatlerinde geldiğimiz, Valladolid yakınlarındaki Dzitnup Cenote sadece görüntüsüyle bile bizi etkilemeyi başarıyor. Samula ve Xkeken olarak iki ayrı girişi olan obruğun suyunda yüzerken hem serinliyor hem de hayatınızın en güzel deneyimlerinden birini yaşıyoruz. Diplere doğru daldığımda, kıvrımlı kaya oyuntuları ve balıkları görüp, o sonsuz yeşil içinde sanki ben de efsanelerin bir parçası oluyorum.

Sonrasında, Ik Kil Cenote’ye geliyoruz. Önce suya atlayanları hayretle izliyor sonra mağaranın oyma merdivenlerinden inip o çukura vardığımızda, tepedeki ağaçlardan sarkan asmalar ve dallarla çevrili bu doğa harikasından büyüleniyoruz. Ik Kil, birçok cenote gibi Mayalar (İ.Ö 1500 - İ.S 1541) için kutsal sayılan obruklardan biri. Zamanında okyanus sularının, kireçtaşlı kayaları bu çukurlara çevirmesi sonucunda oluşmuş. Hem çevresinde dinlenmek hem de kurban törenleri için kullanılıyormuş. Maya inancına göre, tanrıların kan gereksinimlerini karşılamak için insanları kutsal göle atıyor, okla veya kalplerini çıkararak bu sularda kurban ediyorlarmış. Meksikalılar, asırlarca bağımsızlıkları için savaşmış korkusuz ve bir o kadar da kaderlerine, geleneklerine bağlı bir millet. Maya ve Aztek hikayelerini okuduğunuzda, ne kadar zengin bir kültüre sahip olduklarını anlıyor, Yucatán çevresini gezerken, tarihin gizem dolu hikayelerini her bir adımda hissediyorsunuz.

26 metre yüksekliğindeki Ik Kil’in tepesindeki açıklıktan içeriye tatlı bir gün ışığı süzülüyor. 40 metre derinliğindeki tatlı suda sabit kalmaya çalışmak  zor olsa da, yüzeyinden şöyle bir bakınca sanki sonsuz bir derinlikte gibi gözüken çukurda siyah balıklarla yüzmek unutulmaz bir deneyim. 

Municipal de Valladolid Pazarı Adres: Calle 32 Sta Ana
Yarbabuena Adres: Calle 54A - 217, X49 esquina, Col. Sisal
Taberna de los Frailes: Calle 49, Valladolid Centro, Sisal

Maya Şehri: Chichen Itza

Chichen Itza’yı Tulum’a gideceğimiz günün sabahında geziyoruz. İçinde kutsal top sahası, astronomi okulu, piramit ve kurban etme ritüellerinin yapıldığı kutsal su çukuru ve bu çukura giden “beyaz yol” gibi özel yerler yer alıyor. Chichen Itza’ya en az 2 saat ayırmak ve mümkünse rehberli bir turla gezmek hikayelerin zihninizde iyice canlanması açısından önemli.

10’uncu yüzyıl’a ait Kukulkan Piramidi şehrin en etkileyici yapıtlarından biri. Her taş, takvimdeki günler hesaplanarak konulduğundan yılın belirli günleri (örneğin; 21 Mart ve 21 Eylül) gölge ve ışık oyunları ortaya çıkıyor. Matematiğe önem veren Mayalar, bu piramiti de ilginç hesaplamalarla yapmış. Basamakların toplam sayısı 365; bir yılın gün sayısına eşit. Ayrıca belirli mesafede gerçekleşen akustik sebebiyle, piramidin çevresinde sürekli alkış ve ses denemeleri yapan rehberli gruplar görmeniz mümkün.

Bir diğer yapı Caracol (astronomi okulu), Meksika’nın tek yuvarlak planlı rasathanesi. Buradan Mayaların güneş ve venüs gezegenini inceledikleri ve güneş tutulmalarını öngördükleri söyleniyor. Biraz ötedeki Pelote (kutsal top oyunu sahası) ise beni en çok etkileyen yapı oluyor. Top oyununun gerçekleştiği sahanın duvarlarındaki çizimlerin çoğu iyi durumda. Alanın 6 metre yükseliğindeki duvarları, ekinoks döneminde tamamen aydınlanıyormuş. Potalar yüksek olduğu için raket kullanıldığı tahmin ediliyor ve topun çemberden geçmesi ile oyunun sonlandığı belirtiliyor. Buradan Sacbe’ye (kutsal yol) geçiyor, bu yolu yürüyerek -girilmesi yasak olsa da izlemesi bile etkileyici- obruğa varıyorsunuz. Kutsal suya giden yolu kireç taşlarıyla beyaza boyadıkları için “beyaz yol” anlamına gelen Sacbe ismini almış. Bu çukurdan kurban etme töreni dışında su ihtiyacının da karşılandığı biliniyor.

Meksika’nın Bohemi: Tulum

Tulum’a doğru yola çıktığımızda, teypten Vicente Fernández şarkıları yükseliyor. İki tarafı yeşilliklerle çevrili, upuzun, dümdüz bir yoldan geçiyoruz. Bir köy tabelasını görünce seviniyorum; uyku getiren o düz yolu geride bırakıp insanların yaşamlarına tanıklık edebiliyorum. Yol kenarına kurdukları mangallarda kırmızı sosa bulanmış tavuklar pişirenler, genci yaşlısı hamaklarda sallananlar, tavuk-horozla dolu bir bahçede yemek masasına kurulanlar, atının ardından yürüyenler, meraklı gözlerle arabamıza bakanlar… Sürekli yanından geçtiğimiz boş otobüs istasyonları, kapısı açık marketler, tezgahı yarı dolu satıcılar… Penceremden gördüğüm herkes ve her şey, kendi filmimin ögeleri oluyor.

Köylerin giriş ve çıkışlarında “tümsek var” uyarı tabelaları karşımıza çıkıyor. Bu yüksek tümseklerden her defasında yavaşlayarak geçerek, otobana varıyoruz. İki tarafımızı saran agave ve mısır tarlalarının yerini yavaş yavaş muz bahçeleri alıyor. Tulum-Quintana Roo tabelasını gördüğümüz andan itibaren, dekoratif eşyalar satan dükkanlar yan yana sıralanıyor. Hamak, perde, halı, saksılık, makrome duvar süsü… Bu dekorlar, Tulum’da gittiğimiz birçok mekanda da karşımıza çıkıyor.

Tulum’a vardığımızda arabalar yerini çoğunlukla bisikletlere bırakıyor. Artık sadece İspanyolca değil, bir sürü dili bir arada duyuyoruz. Buranın yerlileri, yıllar önce buraya gelip yerleşmiş Avrupalılar. Birçoğu, kafe veya otel işletiyor. Burrito Amor da, sahibinin  Tulum’a aşık olup yerleşmesinden sonra açtığı bir mekan. Bahçesinde oturup; karidesli burrito’ları ve meyve suyu karışımları eşliğinde tüm yorgunluğumuzu atıyoruz. Diğer masalarda, kulağında kulaklıkları ile bir yandan tempo tutup, bir yandan avakado-tostlarını yiyen, birbiriyle yarı İngilizce yarı İspanyolca sohbet eden yabancılar var.

Sonraki durağımız, deniz kenarında; tepesinden Karayip turkuazını tümüyle gören bir noktaya yapılmış Maya kenti (Ruinas Mayas). “Duvar” anlamına gelen Tulum’un belki de en büyüleyici duvarları burada. Kireçtaşından yapılma yüksek duvarlar 13’üncü yüzyıl sonlarında, liman kentini olağan istilacılardan koruyormuş. Aynı zamanda, Mayalarda sosyal sınıfının üstlerinde (en üstte kral var) yer alan rahiplerin bu duvarlar içinde, köylülerin de dışlarında yaşadıkları düşünülüyor. Kalıntılar, en az önümüzde uzanan manzara kadar etkileyici.

Maya kalıntılarının yanında yer alan esintili plaj; Playa Ruinas’da biraz serinleyip yolumuza diğer cenote’lerle devam ediyoruz. Tulum’a yakın yüzlerce cenote arasından seçim yapmak oldukça zor. Fotoğraflarına baktığımızda her biri ayrı güzel gözüküyor. Nihayet, yan yana olan ve daha çok bir gölü andıran; Jardin del Eden ve Cristalino’da karar kılıyoruz. Cristalino, adı üstünde kristal gibi bir suya sahip. Az bilindiği için burada ferahça vakit geçiriyoruz. Dileyenler su kenarında şezlong kiralayabiliyor. Jardin del Eden ise popüler bir cenote. Çok büyük bir alana yayıldığından, bunalmadan bir uçtan diğer uca yüzüp, etrafımızdaki yeşil manzaralara bakarak mutlu oluyoruz. İnsanlar arkada çalan hareketli müziklerle eğleniyor, birbirini suya atarak şakalaşıyorlar. Kimisi de sessiz sakin su altının keyfini sürüyor.  Daha geniş vaktiniz varsa ve dalış yapmak istiyorsanız; mağaralar içinde yer alan Dos Ojos’a, Tak Be Ha’ya (daha az biliniyor) veya Sac Actun’a da gidebilirsiniz.

Tulum’da, bir aylık Meksika gezimizi sonlandırıyoruz. Sakin gün batımları, ayna gibi ışıldayan cenote’leri, sahil kenarında sabaha kadar süren partileri, merak uyandıran Maya kalıntıları, elinde laptop’uyla deniz kenarını kendilerine ofis edinmiş -ve her biri “yeni hayat” peşinden giden- göçmenleri, tropik meyveler satan tezgahları, ağız sulandıran taze deniz ürünleri, hamaklarla çevrili bohem mekanları ve geniş sahilleriyle Tulum, daima hatırlayacağım güzel bir “son sahne” oluyor.

Burrito Amor Adres: Av Tulum Pte Mz 3 Lote 5 Local 1

Geziye Dair İpuçları


- Bu geziyi Alamo’dan kiraladığımız bir araba ile yaptık. Yalnız şunu belirtmek gerek; sigortaların tümü araba kirasından fazla tutuyor. Meksika’da sigorta yaptırmak kesinlikle öneriliyor. Dilerseniz, Merida’ya uçakla gelip, diğer yerlere otobüs ile de ulaşmak mümkün.
- Yucatán’a gelmeden önce Maya tarihini, sosyal yapılarını ve ritüellerini muhakkak okuyun. Böylece, gezerken bir bir gözünüzde canlanır.
- Tulum sahilleri, değişen iklim koşullarından ötürü bazen fazla yosunlu; girilemez durumda olabiliyor. Gitmeden önce kontrol etmekte fayda var.
- Uzun bir deniz tatili istiyorsanız, Tulum yakınlarındaki Palaya del Carmen ve Cancun ile devam edebilirsiniz. Ayrıca Akumal ve karşısındaki ada Cozumel, su altı zenginlikleri açısından tavsiye ediliyor.
- Cenote gezisi yaparken, özellikle popüler olanlarına sabahın erken saatlerinde gitmeye çalışın. Dalış için kendi ekipmanınızı getirebilir veya oradan kiralayabilirsiniz. Her cenote belli saatler arasında açık oluyor ve giriş ücretleri birbirinden farklı.
- Meksika’nın tamamı gastronomi meraklıları için bir cennet. Gitmeden önce, Mark Wiens’ın Youtube kanalına, tavsiyelerine bir göz atın.
- Yucatán’da otel seçenekleri oldukça geniş. Daha farklı bir deneyim isterseniz; sonradan otele çevrilen malikanelerde veya Airbnb üzerinden kiralayacağınız havuzlu evlerde kalabilirsiniz.
- Tulum’da  Meksika tatlarını modern sunumlarla yorumlayan Humo’ya, deniz ürünleriyle ün salmış El Camello Jr.’ye, ortamı salaş, taco’ları lezzetli Taquería Honorio’ya, bahçesinde Mezcal ile yapılan kokteyller deneyebileceğiniz Gitano’ya, DJ setleri ve rahat ortamıyla tercih edilen Curandero’ya ve düzenledikleri “plaj partileriyle” ve DJ’leri ile ünlü olan Hotel Nomade’ye uğrayın.

bottom of page