top of page

MAVİ GÜZELLEME
DATÇA

01.jpg

Tempo Travel Yaz 2019 sayısında yer almıştır.

Bazı yerler sizi defalarca çağırır. Çağrısına kulak verip, yeniden kavuşmak için sabırsızlanırsınız. Datça da benim için böyle yerlerden. Yıllar önce, sonu gelmeyecekmiş gibi görünen, kıvrımlı yolların ardından varıp ilk kez gördüğüm bu mavi güzelleme, ruhuma öyle bir işlemiş olacak ki, belirli aralıklarla kendini özletiyor.

Bu yıl 12 Ağustos’ta, Can Yücel sevgili Datça’sını bırakıp gideli tam 20 yıl dolacak. Şairin “elimle koymuş gibi buldum” dediği son dem evinde, zaman yine acelesizce akacak; rüzgâr kekik kokularını tepelerden sahile taşırken, iyot kokusu denizden yükselip dağlara karışacak.

 

Nasıl ki Hemingway kendine Cojimar’da denizle, balıkçılarla ve onların hikayeleriyle çevrili bir yaşam örmüştü yeni baştan. Ya da Cevat Şakir yaşadığı sürgünlüğe rağmen Bodrum’un mavisine aşık olup, bir kapısının denize açıldığı o evde sil baştan bir hayata başlamıştı. Can Yücel de “mekanım olsun” diyerek Datça’ya gelmişti. Yeni bir hayat, yeni bir nefes için. “Elimle koymuş gibi buldum.” dediği bu yeri, sanki görünmez bir camla çevirerek, kötülüklerin içeriye sızamayacağı ve zamanın da acelesiz yol alacağı korunaklı, son dem evi yapmıştı. Burada, denizin mavisi, badem ağaçlarının yeşili, köy kahvesine sinmiş kekiklerin kokusu, bazen taş yontma ustalarının çekiç seslerine karışan ağustos böcekleri, bazen de “sabahın hıçkırığı” diye andığı kumruların ötüşünden feyz alarak, sükûnet içinde bir hayat kurmuştu.

İşte, ben de o hayatın izinden çıkıyorum yollara. Tarçınlı ekmek kokusunun, büklerin el değmemiş yeşile çalan maviliğinin, Knidos’un masalsı görüntülerinin izinden. Can Baba’nın sevgili eşi Güler Yücel’in “Yaşamı sadeleştirmek için en kestirme yol, doğaya yaklaşmaktan geçer.” dediği, zamanın ehlikeyif olduğu Datça’nın sadeliğine doğru yol alıyorum. Ege ve Akdeniz’in kavuştuğu yerde hayat bulmuş hikayelerin ve Can Yücel’den arda kalmış yarım bir şarap şişesinin peşi sıra.

Eski Datça Can Yücel Demek

Bir zamanlar Can Yücel’in yürüdüğü o daracık sokaklar, arsız sarmaşıkların, eflatun begonvillerin, neşeli sardunyaların istilası altında bu mevsimde. Taş evlerin arasından geçip çıktığım başıboş bir meydanda, küçük taş kahveden mis gibi kahve ve taze kekik kokuları geliyor. Vitray camlarından içeriye güneşin bal gibi süzüldüğü Orhan’ın Yeri’nde ahşap bir sandalyeye kurularak bir Türk kahvesi söyleyip, doğanın seslerine kendimi bırakıyorum. İçinde olduğum ortam, sanki ağır aksak seyreden bir rüya gibi; ruhumu da yavaşlatıyor.

Biraz dinlendikten sonra beyaza boyalı evlerin arasında Can Evi’ni buluyorum. Duvarlarında Güler Yücel’in resimlerinin yer aldığı bu ev ve kütüphanesi, Can Yücel’in ölüm yıldönümünde; her yıl 12 Ağustos’ta kapılarını ziyaretçilere açıyor. Bahçesindeki Can Taşı mezar taşı, Mehmet Aksoy’un taştan yarattığı bir şiir gibi. Eğer evin kapısı kapalıysa moralinizi bozmayın; bu sokaklara da Can eli değmiş gibi zaten. Hele ki buralara şairin Mekânım Datça Olsun (1999) kitabını okuyup geldiyseniz, bırakın bu dar sokaklarda yolunuzu o dizeler çizsin.

Datça Yarımadası’nın antik çağdan beri üzerinde yerleşim süren tek köyü olan Eski Datça’nın çarşısı, akşamüstü serinliğinde canlanıyor; sanat atölyeleri ve hediyelik eşya dükkânları dolmaya başlıyor. Can Yücel’in “Antik Bar’da iki kadeh rakı içeyim. Caz plağı dinleyim dedim, baktım, kapı duvar...” dizelerinde sözü geçen Antik Bar artık kapalı maalesef. Ama biraz ötesindeki Ede Cafe’nin bahçesi, günü zeytinyağlı mezelerle sonlandırmak için ideal.

Vaktiniz varsa, 1980’lerde buraya yerleşip eski evleri restore eden Ahmet Ege Gürkan’ı bulun ve mengenin (eski usul zeytinyağı işliği) yer aldığı evi ziyaret edin. Bu teknik artık kullanılmasa da eskiden zeytinyağının nasıl elde edildiğini görüp, o günlere dair anılar dinlemek burada geçirdiğiniz vakti daha da özel kılacaktır.

Orhan’ın Yeri Adres: Reşadiye Mah., Gazi Mustafa Kemal Cad. No:17
Ede Cafe&Bistro Adres: Datça Mah., Çarşı Sok. No:2

Yeni Hayat: Yeni Datça

Yarımadada hayatının kalbi artık Datça’nın yeni merkezinde atıyor; konaklama ve yeme-içme seçeneklerinin bolluğu da burayı en yoğun nokta haline getiriyor. Kendine yeni bir hayat seçen, evini, işini büyük kentlerde bırakıp gelen, boşanıp aşka küsen, emekli olup teknesiyle koy koy gezmek isteyen veya “Ege’de bir mekân açayım” diyenlerin evi olmuş bir süredir. Badem ve zeytin ürünleriyle dolu çarşıları, takı ve sanat tezgâhları ve balık lokantalarıyla tipik bir Ege beldesi.

Bir öğleden sonramı sahildeki Cafe Inn’de geçirirken, güler yüzlü çalışanı gelip, “Yine mi geldiniz Datça’ya?” diyor. “Datça’ya bir gelen bir daha gelir.” diye de ekliyor. Severek yeniden geldiğim Datça’da, seneler önce bu kafede yediğim apfelstrudel’in tadı hala çok güzel. Kafenin sahili gören bir köşesine yerleşip, köpeklerini gezdirenleri, “anne dondurma!” diye annesinin paçasını çekiştiren çocukları ve bir baştan diğer uca hızla yürüyen, kanları deli akan Datçalı gençleri izlemek keyifli.

Badem kahvesi içmek için sahil kenarındaki çay bahçelerinden birine geçiyorum. Bu defa da, Datçalı ihtiyar delikanlılar kağıt oynuyor; gündemlerinde memleket meseleleri, meyve-sebze fiyatları ve giderek artan kalabalık ve sıcaklar var.

Güneş denizin üstünde ağır ağır alçalırken, balıktan dönen teknelerin dalgasıyla denizin üzeri sedeften bir örtüyle kaplanıyor sanki. Hayat bende farklı akmaya başlamış bile; Fevzi’nin Yeri’ne mi, Hüsnü’nün Yeri’ne mi gitsem, diye düşünüyorum. Tek derdimin böylesi seçimler yapmak olduğu, yazın o tasasız çocuk bahçesinde olmaktan mesudum.

Cafe Inn Adres: Kumluk Plajı No: 32B İskele
Fevzi’nin Yeri Adres: İskele Mah. Atatürk Cad. 70. Sok.
Hüsnü’nün Yeri Adres:
İskele Mah. Liman Girişi No:64/1
 

Mavi Öncesi Yeşil Durak: Yaka Köyü

Şimdi Datça Yarımadası’nda her şeyin başladığı yere, Knidos’a gitme zamanı. Ama ondan önceki son yerleşim olan Yaka Köyü’nde küçük bir mola veriyorum. Sıcacık, hoş sohbet insanları ve yol üstü kahveleriyle ruhunu kaybetmemiş bir köy burası. Datça gezilerinden birinde keşfettiğim Yakamengen de bu köyü sevmemde büyük etken. 100 yıllık bir taş binadan dönüştürülen restoranın adı, içindeki tarihi zeytinyağı işliğinden geliyor. Yüksek tavanları, zeytin ağaçlarıyla çevrili bahçesi ve özenle seçilmiş eşyalarıyla Toskana ruhu taşıyor. Burada saatlerce oturup vakit geçirdiğim, mevsime göre farklı otlarla tatlandırılan yemekleri ve şarapları tattığım ve kapanışı portakal soslu, bademli muhallebi ile yaptığım anları daima özlüyorum.

Yaka Köyü’nden geçerken yol üzerinde dikkatinizi çekecek bir yer daha var: UKKSA (Uluslararası Knidos Kültür ve Sanat Akademisi). Kapısını aralayıp bir sergiye denk gelirseniz ne mutlu. Kurucusu, sanatçı Nevzat Metin eski bir okul binasını restore ederek bu mekanı yaratmış. Metin’in “Yaşama açık bir yaşam alanı” diye tanımladığı bu taş binada sergiler düzenleniyor, heykel parkı çevresinde etkinlikler yapılıyor. Ayrıca sanatçıların seramik ve tablolarının satıldığı bir galeri de var.

Yakamengen Adres: Yaka Köyü, No:70 (Genelde haziran ortasında açılıp, eylül gibi kapanıyor. Gitmeden önce aramakta fayda var: (0252) 725 53 93)
UKKSA Adres: Yaka Mahallesi, www.ukksakademi.com // Tel: 0532 597 96 18

Antik Bir Masal Kenti: Knidos

Knidos’a doğru yola çıkınca, içimde tatlı bir telaş başlıyor. Masmavi denizi kolları arasına almış o masalsı antik kenti yeniden görecek olmanın heyecanı sarıyor dört bir yanımı. Ege ile Akdeniz’in el ele tutuşmaya çalıştığı büyüleyici bir sonsuzluk denizinin kıyısında teras teras yükseliyor karşımda Knidos. Denizden gelen keskin iyot kokusu, rüzgârın dağdan taşıdığı otların aromasına karışıyor.

Antik Knidos, zamanında şarap ihracatı yapan, zengin bir liman kenti. Bugün, antik kentin sınırları içinde bulunduğu Yazıköy’de de halen şarap üretimi yapılıyor. Yol üzerinde, yol kenarlarını mesken edinmiş satıcılara uğrayıp, onlarla sohbet ederek sepetlere dizdikleri taze ürünlerden alıyorum.

Bir tarafı mavi deniz, bir tarafı tarihi kaya deniziyle çevrili kent, bugünkü Datça’nın ilk nefes aldığı yer. "Tanrı uzun ve sağlıklı yaşamasını istediği kullarını Datça’ya gönderirmiş.” diyen Amasyalı coğrafyacı Strabon ve Bodrumlu Heredot’un gözdesi olan metropol, zamanında altı şehir devletinin merkeziydi. Başta Datça Yarımadası’nın Burgaz mevkiinde kurulmuş, İÖ 4’üncü yüzyılda ise bugün ana kalıntıların olduğu Tekir Burnu’na taşınmıştı.

Knidos’u Yunan anakarasından gelen Dorların kurduğu düşünülüyor. Sırasıyla Perslerin, Büyük İskender’in, Romalıların, Bizans’ın egemenliğine giren kent, büyük depremler ve 7’nci yüzyıldaki Arap istilaları sonucu tahrip olarak terk edilmiş. Sonrasında Menteşeoğulları Beyliği ve ardından Osmanlı hâkimiyeti başlamış. Toplumsal ve kültürel yapı sürekli değişse de mimari, sanat ve bilimde gelişme sürmüş. Günümüzde, güneş saati, Apollon Tapınağı’nın bir kısmı, tiyatrosu, Yuvarlak Tapınak, Dionysos Stoası (sütunlu yol) ve nekropol bölümü görülebilir.

Knidos’un uzun tarihi bu sayfalara sığmaz, ama esrarengiz biçimde ortadan kaybolan ve dünyanın ilk çıplak tanrıça heykeli olduğu düşünülen Praksiteles’in Knidos Afrodit’ini anlatmaya değer. İngiliz arkeolog Charles Newton’ın 1858’de Knidos’ta kazı yaparken günlüğüne düştüğü satırlar şöyle: “Halikarnassos’un gurur duyacağı bir anıt mezarı, mozolesi; Rodos’un bronzdan dökülmüş anıtsal bir heykeli, Helios’u varsa; küçük Knidos kentinin de aynı şekilde gurur duyabileceği bir Afrodit heykeli vardır; o heykeldir ki, Bitinya (Ege bölgesinin kuzeyi) kralı Nikomedes, karşılığında kentin bütün gelirini ortaya koymuştur; Knidos’un bütün borçlarını silmiştir, ama nafile...”

Güneşin altında uzun bir gezintiden sonra kentin uç noktasına kurulu kafenin manzarasıyla ödüllendiriyorum kendimi. Önümde uzanan durgun maviye bakarken, Can Yücel’in “Anadolu’nun uzak zürafası” benzetmesini hatırlıyorum. Knidos’tayken, sadece coğrafi anlamda değil, ruhsal anlamda da her şeyden uzaktaymış gibi hissediyor insan.

Ulaşım: Datça’ya 35 km mesafedeki Knidos’un yolunun bir bölümü stabilize. Turizm sezonunda denizyolu ile gezi tekneleri ve yatlarla da ulaşım mümkün.

Ege ve Akdeniz İç İçe
Datça Bükleri

Datça Yarımadası’nın girintili çıkıntılı sahiline 52 koy ve bük gizli; küçük olanlarına Datçalılar “bük” diyor. Büklerin bazılarına tekne turlarıyla sadece denizden ulaşılabiliyor, bazılarına ise karadan gidilebiliyor. Bana göre karadan erişilebilen en vazgeçilmez bükler, Datça merkezine 25 km uzaklıktaki Palamut Bükü’ne giden hatta sıralanıyor. İtalya’nın Amalfi kıyılarını anımsatan kıvrımlı yollar, pansiyon, köy evleri ve yazlıkların bulunduğu Palamut Bükü’nün aksine, ıssız, gizemli ve bence çok daha etkileyici. Manzaralar bilgisayarlarda ekran koruyucusu olarak kullanılanlardan farksız; kıyıda turkuaza dönen bir deniz, sahili çevreleyen ormanlar, uzakta belli belirsiz adacıklar ve denk gelirseniz üzerlerinde batmakta olan kocaman güneş... Bu ıssız büklerin bir kısmına ulaşmak zahmetli; arabayı tepeye bırakıp dimdik bir yokuştan sağa sola tutuna tutuna inmek gerekebilir, ama sizden başka kimsenin olmadığı bu koylarda yüzüp, bir kayanın gölgesine uzandığınızda değdiğini düşüneceksiniz. Tek yapmanız gereken Datça’dan Palamut Bükü’ne giden yol üzerinde gözünüze bir bük kestirmek. Palamut Bükü ise tekne turuyla ve yatla gelenlerin mutlaka uğradığı ve balık lokantalarında ziyafet çektiği bir merkez. 2 km uzunluğundaki sahili kum ve çakıl, denizi 25 metre derinliğe ulaşabiliyor.

Kuzeye denk düşen Ege Denizi kısmında Damlacık, Çakal, Gökçeler Bükü gibi koylar özellikle denizin durgunluğu ve rengi açısından sıkça tercih ediliyor. Akdeniz tarafında kalan koylardan ise başta Knidos ve Palamutbükü olmak üzere, Kargı Koyu, Lindos koyları, Domuz Çukuru ve Mesudiye Mahallesi’ne yer alan Hayıt Bükü, Kızılbük, Ova Bükü görülmeye değer. Kargı Koyu karadan ulaşılabilen tesisli koylardan. Özellikle, kuzey rüzgarlarına kapalı olduğu için merkezde o çok meşhur Datça rüzgarlarına denk gelirseniz, burası durgun sularıyla sizi mutlu edebilir.

Domuz Çukuru’na karayolu ile ulaşım yok, sadece Datça’dan bineceğiniz bir tekne ile ulaşıyorsunuz. Denizinin gerçek olamayacak güzellikteki neon geçişlere sahip rengi ve kuş sesleri dış dünyadan sizi soyutluyor. Ova Bükü ise kumla kaplı ve tesisli plaj arayanlar için doğru adres. Benim içinse, Poyraz Restoran’ın -nam-ı diğer Ercan’ın Yeri’nin- denizi gören masalarına kurulup, mis gibi kokan domatesleri ve tarçınlı ekmeğiyle kahvaltı ya da gün batımının her yanı kızıla boyadığı dakikalarda rakı-meze keyfi yapmak için en güzel yer.

Cevat Şakir’in “hürriyetin mavi vatanı” dediği uçsuz bucaksız bir deniz ve Can Yücel’in huzur bulduğu “yeşile peşrev” doğasıyla çevrili Datça, sanki güzelliğe yapılmış bir övgü gibi. Bu yüzden, ilk kez yıllar önce tanıdığım ve yeniden kavuşmak için sabırsızlandığım bu mavi dünya, virajlı yollarına rağmen görülmeye değer.

------------------------------------------------------------------------

AKLINIZDA OLSUN!

-Datça’dan Mesudiye’ye giderken Kızılderililer tarafından kutsal sayılan Ulu Manitu’nun yüz şeklini alan dağdaki siluetine bakın.

-Datça’ya gitmeden önce Can Yücel’in şiirlerinin bulunduğu “Mekanım Datça Olsun” kitabını okuyun.

-Datça’ya Bodrum’dan, yaz sezonunda çalışan feribotlarla da gelebileceğinizi unutmayın.

-Gabaklar Koyu’na plaj veya otelleri için yolunuz düşerse, bir öğle yemeğinde bademli zeytinyağlı fasulyesini muhakkak tadın.

-Datça’nın göz bebeği bademinden ve bademle yapılan; badem yağı, badem ezmesi, badem şekeri gibi tatlar dışında, bal, kekik, zeytinyağlı sabun ve buraya özgü tarçınlı ekmeğinden alın. Datça merkezdeki çarşıda, farklı markaların ürünlerini bulabilirsiniz.

-Bademle yapılan tatlılardan kurabiye, muhallebi, çıtır rulo, helva ve sadece burada göreceğiniz badem kahvesini (süt ve bademden yapılıyor) deneyin.

- Datça Liman mevkiinde yer alan Le Flaneur isimli sahafın kitaplarına göz atın.

-Merkezde yer alan Mayistra’nın çıtır pizzalarından yiyin.

-Geceleri dolup taşan Eclipse Bar’ın rock tınılarına kendinizi bırakıp, 80’lere geri dönün.

-Eğer doğa yürüyüşleri yapmayı seviyorsanız, Kargı Koyu’ndan başlayarak güneybatı tarafındaki patikadan ilerleyerek Domuz Çukuru’na gidebilirsiniz. Buradan Sömbeki Adası, çam ağaçları ve denizi izlemek çok keyifli.

-Aynı zamanda konaklama imkânı da sunan Olive Farm’ın yemyeşil bahçesinin keyfini çıkarıp, dükkânın yöreye özgü ürünlerine göz atın.

-Bakir köyleri seviyorsanız, Hızırşah Köyü’nü ziyaret edin.

DATÇA’DAKİ ETKİNLİKLER
Badem Çiçeği Festivali – 2018’de düzenlenmeye başlanan festival Şubat ayının belirli günlerinde (her yıl değişebilir, kontrol etmekte fayda var) Datça Yarımada’sına gelenleri rengarenk badem çiçekleriyle karşılıyor. Datça merkez, Palamutbükü ve Hızırşah panayır alanında kurulan stantlarda el sanatları, badem ürünleri, yöresel lezzetler sunuluyor. Ayrıca her yaşa göre yarışma, atölye ve keşif yürüyüşleri düzenleniyor. Detaylı bilgi için // www.bademcicegifestivali.com

Datça Bit Pazarı  –  Her ayın son Pazar günü, İskele Mahallesi’ndeki pazar yerinde kuruluyor. Yeni ve ikinci el her türlü eşyaya bu pazarda denk gelebilirsiniz.

Datça Bademli Pilav Şenliği  –    Nisan ayının turizm haftasında düzenleniyor.

Knidos’un Sır’ı Kültür Sanat Festivali –  Her yıl UKKSA tarafından düzenlenen festivalde heykel, fotoğraf, resim, seramik sanatçıları bir araya geliyor. Ayrıca sergi ve söyleşiler yapılıyor. Bu sene 20 Nisan-31 Ekim arasında gerçekleşecek festivalin bu süre boyunca üzerinde çalışılan eserleri, 12 Ağustos günü bir sergide bir araya gelecekler.

DATÇA’YA NASIL GİDİLİR?
Datça’ya Marmaris’ten 1 saati biraz aşan bir yolculukla otobüs ve minibüsle gelinebilir. Yazın Bodrum’dan feribotlarla da gelebileceğinizi unutmayın.

DATÇA’DA NEREDE KONAKLAMALI?
-Datça’nın merkezinde kalıp, diğer bölgelere buradan günü birlik gitmek isterseniz, İskele Mahallesi’ndeki otellere bakabilirsiniz. Bahçesi, havuzu, dekorasyonundaki birbiriyle uyumlu farklı objeleriyle Villa Aşina hem göz zevkine hitap ediyor hem de konforu garantiliyor.
www.villaasina.com

-Reşadiye Mahallesi’nde yer alan Olive Farm Guesthouse ise, yemyeşil bir alan içinde zeytin ve kekik ağaçlarının arasında, dışarıdaki her şeyden kendinizi soyutlayabileceğiniz taş evlerde bir deneyim sunuyor. Datça merkezine arabayla 10 dakika.
www.guesthouse.olivefarm.com.tr

-Eski Datça’nın aslına uygun restore edilmiş taş evlerinde konaklamak isterseniz, eski bir yağhaneden dönüştürülmüş butik otel Datça Yağhane ve yine o eski taş evlerin havasını verecek olan Eski Datça Otel’i tercih edebilirsiniz.

www.datcayaghane.com
www.eskidatcaotel.com

-Eğer koy ve deniz öncelikli bir gezi planlıyor, Datça merkezinin kalabalığından uzak olmak istiyorsanız Palamutbükü civarındaki otellere bakabilirsiniz. Butik Otel Mavi Beyaz Datça, deniz gören odaları, plajı ve odalarındaki sade dekoruyla iyi bir seçenek olabilir. Otelin bulunduğu Yakaköy ve yakınındaki Knidos’u da kolaylıkla gezebilirsiniz.
www.otelmavibeyaz.com

bottom of page